Lobi veya lobicilik son zamanların öne çıkan kelimeleri olmakla beraber daha çok siyasi önemi açısından uzun süre daha gündemde kalma potansiyelindedir. Siyaset bilimcileri; lobiciliği, daha çok ”hükümetlerin siyasi kararlara etki yapma çabası” olarak değerlendirmeyi tercih etmişlerdir. Ne var ki Türkiye’de lobi veya lobiciliğin ağırlık merkezi, AK Parti iktidarı sürecinde, hükümetin etki alanının dışına kaymaya başladı. Gerek hükümet uygulamaları gerekse siyasetin yeniden dizaynı çabaları bunda etkili olmuştur ve neticede iki önemli lobi ortaya çıkmıştır: Karadeniz Lobisi ve Kürt Lobisi

Her iki lobi de sermeyenin, yönetmenin ve yönetimlere etki etmenin dinamiklerini aktif olarak kullanmaktadırlar. Her iki lobi de mümkün mertebe çatışmaktan kaçınmakta ancak birbirlerini daha yakında tanıma ve ölçme reflekslerinden de kendilerini alamamaktadırlar. Karadeniz lobisi “iktidar içi dengelerde” kendine olabildiğince alan açarak bürokraside de ağırlığını hissettirdi. Ak Parti iktidarı, Karadeniz Lobisi’nin önünü doğrudan/dolaylı açarak, bir süre bu lobinin gücünden yararlanmış da olabilir. Yönlendirmiş olması da muhtemeldir… Lakin, Kürt Lobisi için durum biraz farklılık göstermektedir. Barış Süreci’nde kısa süreli bir iktidar ile yakınlaşma pratiği yaşayan lobi, sürecin kesilmesiyle kendi tecrübesini oluşturmaya devam etti. Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi’ne geçişte Erdoğan, “Güneydoğulu hemşerilerine” teşekkür ettiyse de aslında Kürtlerin yeni yönetim sisteminde alan aramalarının tecrübe edilmesinin etkisi hiçbir zaman göz ardı edilmedi. Demirtaş’ın “Erdoğanı seçtirmeme” beyanı da ilk defa Kürt Lobisince göz ardı edildi. Muhtemeledir ki muhafazakar Kürtlerin oyu Erdoğan’ın seçilmesine yeterli gelmemiştir.

HDP daha sonra bir dizi reel ile yüzleşti.

HDP yöneticileri açısından Güneydoğu’daki yerel yönetimler temelindeki varlıklarını kayım atamaları neticesinde iktidar ile ilintili temaslara dönüştüremediler. Demirtaş ve birçok yöneticileri tutuklandı. Lobi ise varlıktaki etkisini pek kaybetmedi. Aksine, İstanbul seçiminde açık ara varlığını hissettirdi. İmamoğlu’nun seçilmesinde, Karadeniz Lobisi ile Kürt Lobisi’nin dirsek temaslarının etkisi olduğuna dair yazıldı çizildi. Kürt Lobisi’nin, Öcalan’ın “mektubu”nu yok hükmünde sayması da bu süreçten somut çıktı alma yönünde bir somut etki olarak algılandı. Denilebilir ki Kürt Lobisi Erdoğan’ın yeni sisteme geçişinde desteğini esirgemedi, İstanbul’un sonucuna etkide de Erdoğan’a varlığını hissettirdi.

Gelelim 2023 seçimlerine…

Türkiye’nin iki lobisi adım adım varlığını hissettirmektedir. İmamoğlu, tartışmalı son Karadeniz gezisinde lobi ile Erdoğan’ın bağını test ederek Karadeniz sermeyesinin yeni yön kodlarını vermeyi de test etti mi, henüz belli değil. Belli olan bir şey varsa o da ülkenin genel ekonomik geriye gidişin yeni arayışlara da zemin hazırladığı… İmamoğlu İstanbul’da Kürt Lobisi ile sorunsuz ilişkiler gözeterek 2023 seçimlerinde Kürt Lobisi’nin desteğini “en çok alacak isim” algısını ne denli verebiliyor o da henüz net değil. Siyasal Kürtler, ister lobi temelli isterse de HDP ile etkileşimde olsun hangi tarafta olurlarsa o tarafın kazanacağı yönünde bir hayli propaganda zemini bulmuş durumdalar. Millet Cephesi veya Altılı Masa HDP ile mesafesinde, İmamoğlu’nun kafasındakini destekler mesafede kendiliğinden konumlanmış durumdadır. Başka bir ifade ile İmamoğlu , Erdoğan’a rakip olmadaki kazanımlarını şimdilik korumuş görünmektedir. Kılıçdaroğlu da aslında Kürt Lobisi ile Karadeniz Lobisi’nin bu yakınlığının farkındadır. İmamoğlu’nun sahip olduğu bu artı reeli kendi lehine çevirebilir mi, belli değil.

Kısacası 2023 seçimlerinde adı geçen iki lobinin durduğu yer belirleyici gibi görünmektedir. Çok büyük bir sürpriz ile İktidar ve Tecrübeli Akıl yeni ve bir tür Barış Süreci’ni deneyimlemek ister mi? Bu deneyim karşılıklı güveni filizlendirir mi? Erdoğan böyle bir hamlenin sonuca etkisini görmek ister mi? Birçok ülke ile, öncekinin zıddına bir siyaset güdüldüğü gibi Suriye ile de böyle bir siyaset sayfası açılır mı? (Bu olası siyaset Beşar ile anlaşma anlamı taşıyorsa da Başar’ın Suriye’deki Kürt varlığı ile de dolaylı bir anlaşmasını içerdiğinden Türkiye’deki Siyasal Kürtleri doğrudan etkilemektedir). Velhasıl bir çok denklem söz konusu ama en önemlisi de Tecrübeli Akıl böyle bir karar verir mi? …

Sorular çoğaltılabilir.

Bekleyip göreceğiz…