21. Yüzyıl Kentlerin Yüzyılı Olacaktır

Günümüz yeryüzü haritasına baktığımızda, geri kalmış, ya da gelişmekte olan toplumların büyük bir bölümünün, geçmişte yerleşik düzene, ya geç geçmiş, ya da geçememiş toplumlar olduğunu, bunlarının var olan birikimlerinin de, yine sömürü düzenini yollarına koyanlar tarafından el konulduğunu görüyoruz.

17. Yüzyılla birlikte ‘üretimin’ temeli sanayiye, sanayi üretiminin de Fabrikalara taşındığını sosyoloji ve tarih kitapları bize gösteriyor. Yine 17. Yüzyıla girerken kentlerle fabrikalar, işçi ile işveren aynı sokağı paylaşıyordu. Herkese aynı şeyler öğretiliyor, kavramlar ezbere dayandırılıyordu. Temel öğretimin adı, öğretilene tam ‘itaat’ idi. İşverenin işçiye, amirin memura, üstün alta, kocanın kadına, babanın çocuğa söylediklerinin, doğru mu değil mi diye düşünülmesi ve sorgulanması ayıp, günah ve yanlış sayılıyordu.

Giderek fabrikalar kentlerden sanayi bölgelerine, işçiler kentin içinden kenar mahallelere taşınırken, öğretilenler de aynı olmaktan çıkmaya başladı. Birleri bilgisayara taşınırken, birileri sokağa taşınıyordu. Artık rekabet başlamıştır. Herkesi farklılaştıran bir dönem yavaş da olsa başlamıştır. Farklılaşma sorgulamayı, sorgulama ise, yorumlamayı doğuruyordu. Hiç kimse kendine öğretilenle ve verilenle yetinmiyordu.

Bilgi yerinde durmuyor, ona ulaşan ertesi gün yeniden ulaşmak zorunda kalıyordu. Bir gün önceki kavramla bir gün sonrayı yorumlamak zorlaşıyordu. Kentlerde öğretilenler ve verilenler, yeniden yeniden sorgulanmaya ve yorumlanmaya başlandı.

Bu nedenle de 21. Yüzyılın içinden ‘kentlerin yüzyılı’ doğdu, doğacaktır. Bir gün gelecek ki, nerdeyse geldim geleceğim diye yakınımıza yerleştiğini görüyorum. Baksanıza günümüzde siyasetin en ciddi ve en derin yapıldığı yerler, yerel yönetimlerin içine, içine giriverdi. Böyle de olmalıdır ve olacaktır da.

Ulus devletler, demokrasilerini güçlendirip geliştiği yerlerden başlayarak ve serpildiği yerlerde, ’Ulus Devletlerin’ imparatorlukları geriye ittiği, bir süre sonra onların yerlerine el koyduğu görülmüştür. 20’nci yüzyıla girerken ‘imparatorlukların’ tarih sahnesinden çekildiği gibi, yerine birçok ‘ulus devletlerin’ yerleştiği ya da yerleştirildiği ve kurulduğu gün yüzüne çıkmıştır.

‘Şehir Yapılarının’ içine demokratik yapılarının girdiği yerlerde, şehir yapıları da ulus devletlerin üstlendikleri görevleri yavaş yavaş üstlenecekleri gibi, ‘ulus devletleri’ geriye geriye iteceği bir yüzyıl bizleri beklemektedir.

Bu nedenle de, 21. Yüzyılın içinden ‘kentlerin yüzyılı’ doğacaktır. Baksanıza günümüzde siyasetin en ciddi ve en derin yapıldığı söylemler, yerel yönetimlerin içine, içine giriverdi. Kentlerin yönetimine seçilenlerden ‘Ülke Yönetimlerini’ üstlenmesinden söz edilir hale geldi.

Ulus Devletler kurulurken, ‘imparatorlukların’ kadim gelenek, görenek ve ‘ilahi’ yasalarının kendilerini yönetemediğinden söz edip, ulusun temsilcilerden oluşan ‘kurucu meclislerini’ kurdular. ‘Egemenliğin’ ulusta olduğunu belirterek, ‘anayasalarını’ oluşturup egemenliğin ‘halkta’ olduğunun onayı için ulusa gittiler.

Bu kez yapıları güçlenen Şehir Yapılarının içine, eğitim, göçler ve iş bulma umuduyla farklı kimlikler ve inançtaki insanların oluşturduğu toplulukların, şehir yapıların içine içine girip, ‘Kentleri kuşattığında’, hemşerilerin birlikte oluşturduğu inançları ve kimlikleri ortaklaştıran seslerin yükseldiği bir ‘ses’, hemşerilerin onayını almak için yeni bir ‘vesika’ ile kentlerin karşısına dikileceklerdir. 21. Yüzyıl Kentlerin Yüzyılı Olacaktır.