Mübarek Ramazan-ı Şerif ayını akabinde gelen Bayram günlerini geride bıraktığımız bugün hem Diyarbekir için hem de Demokrasimiz için müstesna bir gün olma özelliğini taşımaktadır, çünkü bu şehir “kurtuluş günü” olmayan ancak “fetih günü” olan Anadolu’daki tek şehirdir ve 27 Mayıs Başbakan Menderes ve iki arkadaşının idam edilmesiyle demokrasi tarihine geçmiş bir gündür. Siyasetten ırak olduğumuz için şöyle de diyebiliriz “fetih günü” olarak iki şehir vardır, biri Diyarbekir iken ikincisi, ancak İstanbul’dur, İstanbul’un fethi her sene bir çok etkinliklerle kutlanırken Diyarbekir’in böylesi bir “mutluluğu” yoktur,aşağıda okuyacaklarınız “bibi’nin Diyarbekir Feryadı” kitabımızdan bazı düzeltmeler yapılarak alınmıştır: Tarihi kaynaklar Diyarbakır'ın (639) da Müslümanlar tarafından fethedildiğini bildirir, o tarihlerde İslam Halifesi Hz. Ömer'in (r.a.) İslam ordusunu gönderirken "Amida'yı kuşattıklarında kiliselere dokunulmamasını, fakat yenilerinin de yapılmaması hükmünü taşıyan bir anlaşma” ile fethin gerçekleştirilmesini istediğini kaydeder. Ve yine İslam ordusunun başında Iyaz b. Ğanem'in bulunduğunu ve Hazret-i Halid b. Velid’in de aynı ordu ile Diyarbekir’e geldiğini bize bildirir aynı kaynaklar.. . Fetihle ilgili “efsanevi” bilgileri anlatmadan önce neden "Diyarbekir" in fethini istedi Hazret-i Ömer? Acaba Hazret-i Ömer (r.a.) bu şehrin fethedileceğini bildiği için mi askerini yolladı buralara?
Eğer bu bilgi kendisinde var idi ise nereden kaynaklanıyordu? Bu soruların cevabını bulmadan önce şu tespiti öncelikle kaydedelim: "Diyarbakır İslam'ın Anadolu'ya açılan ilk kapısıdır" Bu tespit kısa bir süre Diyarbakır'da müftülük yapan "Ali Maraşlıgil" e aittir. ve gerçeği yansıtması bakımından da önemli bir tespittir. Ve aynı tespitin ışığında şunu da söyleyebiliriz: "Ulu Cami Anadolu'daki ilk İslam mabedidir" Dünyada "İslam Tarihi" diye bir çok eser mevcuttur. “Mustafa Asım Köksal” ın da bu isim altında bir eseri bulunmaktadır ve yazıldığı yıllarda Pakistan'da konusunda dünya birincisi ilan edilmiş bir eserdir. Bu eserin 5.c.221sayfasında "Hendek" savaşı anlatılırken, hendekler kazıldığında kırılamayan bir kayadan söz edilir ve durum peygamberimize sunulur.. Kayanın kırılamadığı ve ne yapılması gerektiği sorulur.. Bunun üzerine peygamberimiz kayanın olduğu yere gelir ve bizzat kendisi kayayı kırmaya başlar.. Peygamberimizin her kazma vuruşunda öylesine bir parıltı çıkar ki, bütün Medine'yi aydınlatır ve peygamberimiz her seferinde "Allahüekber" der.. Üç kez tekrarlanır bu hal ve kaya parçalanır.. Sahabeden "Selman-ı Faris'i" ve arkadaşları bu hale hayrette kalırlar ve peygamberimizden sorduklarında O.."Siz de gördünüz mü?" diye sorar, onlarda gördüklerini söyleyince peygamberimiz kendisinden sonra fethedilecek yerlerin kendisine gösterildiğini belirttikten sonra: "Ey Selman! Bu fetihler ki, Allah onları benden sonra sizlere nasip edecektir: Şam muhakkak feth olunacak, Herakliyüs ülkesinin en uzak yerine kadar kaçacak ve çekilecek! Bütün Şam'a siz hakim olacaksınız. hiç kimse size karşı koyamayacaktır! ..Yemen muhakkak fetholunacaktır. Şu Meşrik diyarı da muhakkak fetholunacaktır..Ondan sonra Kisra öldürülecektir!.." Peygamberimizin bu mübarek sözlerini bizlere nakleden Selman-ı Faris'i (r.a) diyor ki: "Ben bütün bunların vukuunu görmüşümdür" Burada bir hususa dikkatleri çekmek istiyorum..
Hazret-i peygamber "Yemen" diyor, "Şam" diyor Ve "şu Meşrik diyarı" diyor ki, o zamanlar Diyarbakır ve çevresi "meşrik" diye anılırdı Ve Bizans hakimiyetinde idi.. "Bizans'ın sarayları bana gösterildi" derken Peygamberimiz Diyarbakır'ımızda "Bizans sarayları olduğunu da görüyor ve biliyordu.. İleride Diyarbakır'ın isminden söz edilirken görülecektir ki, burasının bir zamanlar "Konstantiniyye" diye anıldığı da olmuş.. Bu konudaki sözü yine sahabeden "Ebu Hureyre'nin şu sözleriyle noktalamak istiyorum diyor ki o mübarek insan buraların fethine gelen orduya hitaben: "Bu fetihler sizler için bir başlangıçtır, Ebu Hureyre'nin varlığı kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, feth edeceğiniz veya kıyamete kadar fetholunacak hiç bir şehir yoktur ki, Şanı Yüce olan Allah onların anahtarlarını Muhammed Aleyhisselam'a önceden vermiş olmasın!.. "Şimdi denmez mi ki burada, muştu içinde muştu var diye.. Şöyle ki hem şehrimizin fethi muştulanıyor ve hem de şehrimizin anahtarını Allah sevgili peygamberimize vermiş oluyor.. Şimdi bu kente "kutsal şehir" denmez de ne denir?" “Belde-i Nur” diyenler boşuna mı vermişler bu güzel ismi? Diyarbakır'ın nasıl fethedildiğine dair meşhur efsanevi anlatımı ilerideki bölümlerdeki anlatmak üzere sözü burada Diyarbakır'ımızın yetiştirdiği büyük insan, alim, şair ve kütüphaneciliği ile ün salmış bulunan Ali Emiri efendiye bırakmak istiyorum..
Başvurduğum kaynak kitap ise O'nun "Osmanlı Doğu Vilayetleri" isimli eseridir. Bu eserin sadeleştirilerek günümüze kazandırılan baskısının 73. sayfasından bazı alıntılar: "Bilinmektedir ki; Diyarbakır şehri ve buraya bağlı olan diğer yerler, İslam'ın büyük Halifesi Hz. Ömer b. Hattab (R.A.) efendimizin halifeliği sırasında büyük sahabelerden Iyaz b. Ganem ile Halid b. Velid Hazretleri tarafından hicretin 17. senesinde fethedilmiştir. Diyarbakır ve yöresinde Ciharyar-ı Güzin efendilerimizden sonra da Emevi ve Abbasi halifelikleri hüküm sürdüler. Abbasi Halifeliğinin kuruluş tarihi olan H.132 (M. 749-750) senesinden H. 256 (M.869-70) senesine kadar 214 sene müddetle İslam hükümdarlarının doğrudan merkezden tayin ettikleri valiler tarafından idare edildi. Hicri 286 (M.899) senesinde Abbasi Halifesi Mu'tezid zamanında halife bizzat askerlerinin başında Diyarbakır üzerine yürüdü: Çevresini zapt ederek Diyarbakır şehrine geldi. Al-i Şeyh hükümetinin üçüncüsü ve son hükümdarı Mehmed b. Ahmed b. İsa kaleye kapandı. Dört ay süren bir kuşatmadan sonra halife hazretleri Diyarbakır'ı zapt ederek oğlu ve aynı zamanda veliahdı olan el-Müktefi Ali'yi Diyarbakır'a vali tayin etti. Böylece Diyarbakır'daki Şeybani hakimiyetine son verdi.." Diyarbakır'daki Sahabe-i Kiramın gerçek sayısı bilinmemektedir.
bazıları beş yüz rakamını telaffuz etmektedir.. Kitabımıza “Şeref misafiri” olarak kabul ettiğimiz “Ali Emiri” nin şu sözleri sanırım Diyarbakır’da bulunan ve yüzlerce olarak telaffuz edilen görüşlere ışık tutacaktır: “İslam’ın ilk zamanlarında Eshab-ı Güzin Hazretleri bir şehri ele geçirdikleri zaman, o şehri muhafaza için çok az adam bırakırlardı Lakin o kişiler, sokakta bir kadının veya küçük bir kız çocuğunun, mesela elinde bir testi ile su taşıdığını görünce yanına yaklaşır, elinden testisini alarak bizzat kendisi götürürdü. Şayet kimsesiz bir ihtiyar kadın veyahut babası vefat etmiş, annesi hasta olduğundan, kendisinden başka su götürecek kimsesi olmadığını anlayınca, derhal Beytü’l-mal’den nafaka tayin ederlerdi…. Yukarıdaki sözlerimizde bazı ön bilgiler sunduk bu şehrin fethi hakkında, yazdığımız şiirde fethi anlatmışız, umarız gelecek zaman içinde bu şehrin fethi de ülke çapında, hatta ülke sınırlarını aşarak ulusal düzeyde anlatılır.
Prof. Dr. İrfan Yıldız bir “Diyarbekir sevdalısı” akademisyendir, İçkale’de yaptığı kazı çalışmalarında Sahabenin şehre girdiği kanalı ortaya çıkarmıştır, kış mevsimi ve Coronavirüs sebebiyle çalışmalarına ara vermiş, böylece sadece sözle anlatılan şehrin fethine ait bilgiler bundan böyle yerinde daha gerçekçi ve detaylı bir şekilde anlatılacaktır. İrfan Yıldız bizi o dehlizin bulunduğu yere götüreceğini söylemiş, inşallah şartlar olgunlaştığında o sözün gerçekleştiğini görecek ve bizde bunu okurlarımızla paylaşama mutluğuna ereceğiz Bu yıl Coronavirüs günlerine rast geldi bu şehrin fethi belki bir salonda bile bu kutlu fetih anlatılamayacaktır, biz “karınca kadarınca” bugünü unutulmasın için hatırlatalım istedik, aslında bu tarih ve bu fetih unutulacak bir olay değildir, yürekten benimsenmemiş olmasıdır ki bizi böyle konuşturur.