Avrupa Nereye?

Batı, tarihin en büyük günahıdır./ RogerGaraudy

Avrupa Birliği, kendi kurucu değerlerini hızla aşındırıyor, bırakın değerlerini geliştirmeyi, uzun zamandır “cepten yiyor!”. 1945’li yıllardan önceki Hitler ve Mussolini kodlarını barındıran bir siyasi yelpaze varlığını koruyor. “Irkçılık” bu kodlamanın içinde kendini sürekli güncelliyor. Son yıllarda Batı’da yükselen bu akım, önemli bir tehdit haline gelmiştir; bu tehdit dış dünyaya olduğu kadar bizatihi Kıta Avrupası’nın da kendisinedir.

AB’nin kurucu değerleri sayılan; eşitlik, özgürlük, insan hakları, adalet,empati, çevreye duyarlılık gibi kavramlar hem içerik kaybına uğruyor, hem de değer olarak aşınıyor. Yeri geldiğinde bir retorik olarak kullanılıyor, kimi ülkelerin insan hakları raporlarına işleniyor; ama AB ülkeleri kendi uygulamalarını bunun istisnası sayıyor neredeyse. Örneğin Hollanda, Türkiye’nin bir kadın bakanının uyduruk bir gerekçeyle Rotterdam’daki elçilik binasına girmesine izin vermeyebiliyor, orada toplamış olan, şiddetten uzak yurttaşlarımıza at, köpek, cop ve tazyikli suyla müdahale edebiliyor ve “barbar” bir tavır sergileyebiliyor. Neredeyse AB ülkelerinden “Çıt!” yok, üstelik kimi siyasetçiler, Avrupa ülkelerinin hükümet yetkilileri Türkiye’ye dönük suçlamalarda bulunabiliyorlar, Hollanda yönetimini savunabiliyorlar. Bu bilinçaltının temiz olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Amin Maalouf: “ Batı her zaman senin bildiğin gibi barış ve adalet diyarı değildi, kadın ve erkek haklarının, doğanın üstüne titremiyordu. Senden bir önceki kuşaktan olan ben, bambaşka bir Batı tanıdım.” diyor. Batının kültürel kodlarında şiddet ve ırkçılık mevcuttur. AB ile birlikte bu kötü kodlarla yüzleşmeye çalışan Batı, ne yazık ki eski kodlarına geri dönüşler yapabiliyor.

Son dönemlerde Avrupa’daki gelişmeler ve siyasilerin tavırları,“Hollanda seçimini, İngiltere’nin Brexit kararı alması ve ABD’de Donald Trump’ın seçilmesinin Avrupa’da domino etkisi yaratıp aşırı sağın yükselmesine sebep olacağı korkusuyla dünyanın yakından izlediği bir olay hâline getirdi.” Son günlerde Türkiye ile yaşanan diplomatik krizden ötürü de seçimlerin önemi, ırkçılık dalgasının boyunu ortaya koydu.

Krizin tırmanması, Hollanda hükümetinin ve Rotterdam Belediye Başkanının kışkırtması sonucu meydana geldi. Unutmadan, o akşam toplanan yurttaşlarımıza karşı “silah kullanma” yetkisinin verilmiş olduğunu Hollandalı yetkililerden öğreniyoruz. Öte yandan aynı saatlerde OHAL ilan edilmesi, Avrupa’da özgürlüklerin nasıl rafa kaldırılabileceğini, güvenlikçi politikaların özgürlüklere nasıl tercih edilebileceğini de gösterdi. Üstelik seçim yatırımı ve seçim oyunları uğruna, Avrupa’nıntutum değiştirmesinin ne deneli kolay olduğunu öğrendik.

Almanya başta olmak üzere, diğer ülkelerde de sudan bahanelerle daha önce tahsis edilen salonlarda öngörülen toplantılar bir şekilde iptal ediliyor. Bir dönem, yıkılmış Almanya’yı ayağa kaldıran Türkiyeli emekçilere karşı bugün takınan tutum en hafif deyimi ile nankörlüktür.

Demokrasi, ifade özgürlüğü başta olmak üzere temel değerler üzerine kuruludur. Avrupa’nın kurucu değerlerinin aşınması, yüzyıllarca gerçekleştirilen sömürgeci politikalarla özellikle Asya ve Afrika ülkelerinden, Amerika kıtasından edinilen zenginlikleri kendine sermaye haline getiren, yapay refah coğrafyasına dönüştürülen Avrupa kıtası, “efendi” kimliği ile davranma refleksini bırakmak istemiyor. Ancak artık dünya değişti ve herkes bunun farkında.

Daha adil, eşitlikçi ve özgürlükçü bir gelecek için, Avrupa’nın ukala, üstenci bakış açısını terk etmesi gerekiyor, elbette bizler de ülkemizde demokratik değerlerin kurumsallaşması adına daha çok çaba harcamalıyız. Artık Avrupa endeksli bir “hak ve adalet” anlayışı yerine kendi değerlerimiz üzerinden bir güncelleme gerçekleştirmeliyiz. Unutmadan bu coğrafyadan dünyaya örnek bir medeniyet önermek için hala geç kalmış sayılmayız.

“Kendimizi küçük görme” hastalığından kurtulmalıyız, bu kadim coğrafya yeni değerler üretebilecek bir potansiyele her zaman sahiptir.