Babaannemin babası iki kardeşi ile Erzurum Şenkaya’dan Malatya’ye gelmiş yerleşmişler. Kardeşlerden bir tanesi bekarken vefat etmiş. Babaannem bu kardeşine çok üzülüyor ve hayıflanıyordu.. Çok yakışıklı idi diyordu. Galiba veremden ölmüş. İsmi Vahap imiş . Babasını adı Hasan annesinin adı da Perize imiş. Gelmişler Adafı Saka Osman’a yerleşmişler. Babaannem orada doğmuş. Saka Osman o zamanlar adeta Cennet gibi idi. Hele de babaannemlerin bahçesi süperdi. Burayı, Babaannemim erkek kardeşi Osman dayı ölene dek kullandı . Saka Osman’dan aşağıya doğru ininiz yüz metre sonra sağdaki çift kapılı evden girin işte orası. Ev ve bahçenin önünde billur gibi bir harık akardı. Bu harığın yanındaki bahçenin ve cevizin ve Kızılcığın ne büyüklükte olduğunu siz var sayın. Suyun kenarındaki cevizin yüksekliği ortalama 30 metre vardı. Bu cevizi Osman Dayının oğlu Abdullah Yavuz’dan başkası çırpamazdı. Hele de o kızılcık ağacı. Sanki insanları şemsiyesi altında bulundurmak için yaratılmıştı. Aslında yalan söylemiyorum gölgesinde elli kişi rahat piknik yapardı. Babaannem bu kızılcığın altında babalar çok zikir çekti derdi. Şimdi nerede o ağaçlar. Zamanın birinde 1980 li yıllarda araba ile geçerken evin ve bahçenin yoldan bir videosunu çekmiştim. Bulabilse idim keşke. Hele de o kiraz ağaçları: Kabuğunu soyar bağlama mızrabı yapardım. Osman Dayı mükemmel bir Malatya’lı idi. Hele Osman Dayının hanımı Elif abla, Polat’tan gelin gelmişti. Ben oraya vardığımda “ Selami gurban verene, bağcaya(bahçeye) gitte; istediğin ağaca çığ(çık), meyvelerini ye derdi. Bahçede dut ağaçları da vardı. Dutlar hılalara silkelenir, pekmez yapılırdı. Malatya’nın dut pekmezi de yaygınlaşmayı bekliyor.
Bir gün amcam Kemal Yücel ile telefonla konuşurken “Amca babaannemi de yazacağım dediğimde; anamım neyi var ki bir yazıya konu olsun demişti.
Babaannem tam Osmanlı kadını idi. Cüssesi çok hafifti ama toplumdaki ağırlığı çok fazla idi. Dediğim dedik çaldığım düdük lafı ona tam uygun idi.. Hiçbir kimse onun emrinden çıkamazdı. Rahmetli dedem Halil Yücel’in bile ondan çok çekindiği söylenmektedir. Saçının kınasını hiç eksik etmez, yazmasını başından hiç çıkarmazdı. Alacalı kuşağını mutlaka beline sarardı. Yaşlı olmasına rağmen kafası muazzam çalışırdı, etrafındakilerin hem sevgisini hem de saygısını kazanmıştı.
Babaannem 1890 yılında doğmuş. Yani Osmanlı dönemi. Demek ki ben babaannem 56 yaşında iken doğmuşum. Bu dünyayı tanıdığımda babaannem iş de görürdü. İnek sağar, yemek pişirir gelinlerine ve kızlarına talimat verirdi. Herkes ona Adile ana diye hitap ederdi.
Çok yaş farkı olmasına rağmen babaannemle arkadaş gibi idik. İnsanlarla diyaloğu mükemmeldi. Konuşma özürlü olmama rağmen onunla saatlerce sohbet ederdik. Her şeyi konuşurduk. Müziği çok severdi. Hele de halk müziğini. Bağlamamı yeni almıştım. Gördüğünde çok sevindi. Çalmam için her zaman yanına çağırırdı. Şimdi ise bağlamayı kimse duymasın diye köşe bucak kaçıyorum. O zaman tellere yeni yeni vuruyordum. Ona ilk çaldığım türküyü hatırlıyorum.
Hayatının son on yılını yatalak geçirdiği için bu türküyü okuduğumda mutlaka ağlardı.
Çamlıbel’den çıktım yayan
Dayan dizlerim de dayan
Gardaş atlı bacı yayan
(nenni nenni neni nenni
Nenni bebek oy)2
Bebeğin beşiği çamdan
Yuvarlandı düştü damdan
Bey babası gelir Şam’dan
(Nenni nenni...
Bebeğin beşiği bakır
Yerinden kalkmıyor ağır
Ben sallarım tıkır mıkır
(Nenni neni…
Babannemin ağladığını görünce arkasından neşeli bir türkü çalardım. O türkü de genellikle, karşıdadır evleri olurdu.
Karşıdadır evleri ah leyli vah leyli emmoğlu
(Yayılır develeri emmoğlu)2
Oturmuş inek sağar ah leyli vah leyli emmoğlu
Terlemiş sineleri dayoğlu
Terlemiş sineleri emmoğlu
(Emmoğlu ele benzer emmoğlu)2
Boyu fidana benzer dayoğlu
Boyu fidana benzer emmoğlu
Emmoğlu da el oğlu emmoğlu
Emmoğlu da el oğlu day'oğlu
Diyarbakır şad akar ah leyli vah leyli emmoğlu
Urfa Mardin'e bakar emmoğlu
Urfa Mardin'e bakar dayoğlu
Şu Mardin'in kızları ah leyli vah leyli emmoğlu
Kirpitsiz kandil yakar dayoğlu
Kirpitsiz kandil yakar emmoğlu
(Emmoğlu ele benzer[SY1]...
Bu türküyü duyunca gözü yaşlı yaşlı, ellerini sağa sola sallayarak oturduğu yerde oynardı. Böylece saatler geçerdi.
Babaannem sigara’da içerdi. O zamanlar asker sigarası vardı. Rahmetli babam babaannemin asker sigarasını eksik etmezdi. Kahve tiryakisi idi. Her sabah erkenden kalkar aç karnına kahvesini yudumlar, sigarasını tellendirirdi. Kahvesi biraz geciktiğinde “Gız Zörhe veya Sacide kayfem nerde galdı” diye seslenirdi. En büyük zevki misafir ağırlamaktı. Pencerenin önüne oturur, tanıdıkları mutlaka eve davet ederdi. Misafirlerle mutlaka kahve içer, onların da sigara içmesini isterdi “ Ule hele yağ(yak) bir cığara” derdi. Misafirlere ne ikram edileceğine babaannem karar verirdi. Evde bir sözü iki edilmezdi.
BABAANNEMDEN ANILAR
NE BİLEM Kİ DEMİRHİNDİ
Rahmetli babamın amcası oğlunun kaynını bir oğlu vardı, adı da Demirhan’dı. Demirhan’da dahil bir akşam cümbür cemaat bize misafir geldi Tabii ki gelenlerin hepsi babaannemden küçük. Sıraya girdiler Adile ana elini öpem dediler. Babaannem de elini öpenlerin yanaklarını öperdi. Her elini öpeni yanaklarından öptü babaannem. Ne hikmetse Demirhan’ı öpmedi. Hep bir ağızdan misafirler “Adile ana Demirhan’ı niye öpmedin Lütfi beyin oğlu” dendiğinde, babaannem “Ne bilem ki Demirhindi” diyerek Demirhan’ı öptü. O laf üzerine odamız kahkahaya boğuldu. Bu laf o günden beri atasözümüz oldu. Olur olmaz yerde” Ne bilem ki Demirhindi” sözcüğünü çok kullanırız.
ALLAH ÜMME SALLİ ALA
Analarımızın bir selamlaşma şekli vardır. Biribirlerinin ellerini iç içe alırlar, sallayarak Allah ümme salli ala seyidine Muhammet derlerdi. Babaannemde taydaşları ile karşılığında bu selamlaşma tekniğini kullanırdı. Yeni Caminin alt karşısında Aksoğanoğullarının iş hanı vardı. Onun girişinde de babaannemin bibisi uşakları Mustafa ve Kadir Kardeşlerin berber dükkanı vardı. Mustafa ve Kadir kardeşlerin evleri de Hasan Varol Ortaokulundan yukarıya doğru çıkarken dar yolun sağında idi. Bu ev kerpiçten yapılmış iki katlı bir evdi. Bir tarafında Berber Kadir bir tarafında da kardeşi Mustafa otururdu. Mustafa’nın evinin üst kat çıkışında bir köşk vardı. Yani eskinin geniş tahta balkonu.
Babaannemin olduğu ortamda neşe eksik olmazdı. Berber Mustafa dükkanında bulunan boy aynalarından birini eve getirmiş, köşkün bir tarafına monte etmiş. Mevsimlerden de kıştı. Akşam geç saatlerde misafirlikten dönüyorduk. Bizi ağırlayanlar ile cümbür cemaat köşke çıktık. Babaannemin üzerinde de Malatya’nın meşhur kareli çarşafı vardı. Lamba yanıyordu ama ortam tam aydınlık değildi. O sırada aynada babaannem kendisini görmüş. Biz olayın farkında değiliz. Babaannemin sesi duyuldu” Uy anam sen neredeydin, içeri niye gelmedin, çok üşümüştürsün gelde allahümme yapağ(yapalım)” diyerek aynaya doğru yürümeye başladı. Biz tabii şaştık kaldık. Kimseden de çıt çıkmadı. Babaannem ellerini uzattı aynadaki kadın da babaanneme yaklaştı babaannemin parmakları ayna ile buluştu. Allahümme yapamadılar tabi. Babaannem işin farkında değildi. Bize dönerek“ Ule bu kim? “ dedi. Herkes Adile Ana sensin dediler. kahkahalar…
BELKİ BAŞKA BİR ŞEY
Babaannem asker sigarası kullanırdı dedik ya. Biz çocuklar zaman zaman iş olsun diye sigara içmeye özenirdik. Tabii ki o zamanın çocuklarının parası yoktu. Bu durumda hedef babaannemin sigaraları olurdu.
Babaannemin üş beş paket sigarasını çalmış, kapaklı su sayacının yuvasına saklamıştık, sonra içeriz diye. Tabii unuttuk gitti. Saat okuyucu aylar sonra geldiğinde asker sigaralarını görmüş. Böylece foyamız ortaya çıktı.
MUALLİM HALİT
Akçadağ’da babamın Muallim Halit diye bir arkadaşı vardı. Muallim Halit İzmir’li idi. Halit’in ilk eşi genç yaşta vefat etmiş. İkinci evliliğini Malatya’da Tecde’de yapmıştı. Muallimin beş çocuğu vardı. Kemal, Aysel, Yıldız, Cemal ve Suna. Muallim Halit de aniden vefat edince çocuklara bakacak kimse kalmamıştı. Herkes bir eve yerleşti. Rahmetli babam Cemal Yücel’de Cemal’a sahip çıktı. Günlerden bir gün babam Cemal’i elinden tutarak eve getirdi. Böylece bizim evde iki Cemal oldu. İki sene kadar Cemal bizde kaldı. Abisi Kemal astsubay olunca tüm kardeşlerini yanına topladı. Cemal bize geldiğinde 12 yaşında idi.
Cemal’de babaannemin asker sigarasına musallat olmuş. Gizli gizli içermiş. Babaannem işi fark etmiş. Gel ule sen cığara içiymişsin diyerek ceplerini aramaya çalışırken Cemal üzerini aratmadı. Babaannem o cebindeki ney cığara degil mi deyince; rahmetli Cemal “Belki başka bir şey diyerek uzaklaştı.”
GASIK BAĞIMI ÇEZİYİM
Yukarıda dedik ya babaannemin belinden alacalı kuşak eksik olmazdı. Midesinden de biraz rahatsızdı. Babam babaannemi muayene etmek üzere eve bir doktor çağırmıştı. Doktor eve geldi muayeneye başlayacak. Tabii ki babaannem kuşağını sökmeli. Sırtını doktora doğru dönerek kuşağı çözmeye başladı. Doktor “Teyzeciğim ne yapıyorsun” diyince babaannem gasık bağımı çeziyim diye cevap verdi. Doktor “ Sen de fıtık mı var teyzeciğim” dediğinde bizi bir gülme krizi tuttu.
Allah gani gani rahmet etsin babaanneme de geçmişlerimize . Babaannem Adile Yücel benim hem arkadaşım, hem dostum hem de büyüğüm hem de evimizin neşe kaynağı idi. 1973 yılında rahmete gitti. Yatalak kaldığı sürece on sene ona çok iyi bakan Rahmetli annem Zehra Yücel ve kardeşim rahmetli Sacide Yücel’e de yüce Mevla’mdan rahmet diliyorum.