İnsanı Aşındırana ufalayıp eleyen, tüm değerlerini piyasa ekonomisi adı altınnda, bireysel kazanma tutkusuna koşullayan bir sistemin içinde yaşamaya zorlanmaktayız. Ne yanımıza baksak, hangi yönümüze yönelsek paradan söz eder olduk. Çocuğumuzun geleceği, giderek toplumun geleceği, hangi meslek daha çok para getirire bağlanma durumunda kalmışsak.
Bu sürüklenişin içinde ya kimliksiz bir yaşamı sürdürmeye çalışacağız, ya da adam gibi, bizler de varız diye kimliklerimizle ortaya çıkacağız. Her konuda nerede olursak olalım, eğer toplumun üretimini her geçen gün artan emek değerlerimizle birlikte yeniden, yeniden yaratıyorsak, yarattığımız bu değerlerden payımızı almak ve istemek de hakkımızdır diye düşünüyorum. Bu da ancak politika ile olabilir. Zaten politikasız insan, insansız da politika olmaz., olamaz. Evde olsun, işyerimizde olsun yaşamın her alanında, politikanın tam da içinde her aşamasında yaşıyoruz.
Niye mi? Pek açık değil mi? Politikanın, diğer bir adıyla siyasetin içine bakmaya, bir ölçüde anlamaya baktığımızda, taplumun ve toplumun içinde var olan insanların gündelik yaşamları dahil, sorunları her zaman olmuş ve bu sorunlarına çözüm beklemişlerdir. Aramışızdır. Politikayı, diğer adıyla siyasetı yaşamın içinde oluşan sorunları çözme sanatı olarak tanımlıyorsak ki insan, her adımda hem kendini yönetmek, hem yönlendirmek zorundadır. Hem de birlikte bulunduğu, yaşadığı toplumun ve dünyanın sorunları ile uğraşmak ve çözmeye yardımcı adımlar ve söylemler üretmek zorundadır.
Kendini sorunların içinde bulan insanlar, farkında varmadan belki de vararak, bilinçli bilinçsiz, bu sorunlarla hep muhatap olmuşlardır. Muhatap oldukları bu sorunları hem yönetmeye hem de yönlendirmeye çabalayıp durmaktadırlar.
İşte burada insanın kendini kazanma sorunu ortaya çıkmaktadır. İnsan ne kadar bilinçli bilimsel politika, siyaset yapıyorsa, o ölçüde kendini kazanmış olur. Kendini kazanan insan, nerede olursa olsun, her koşulda özgür ve sorunlarının çözümüne çaba harcayan, sahip arayan değil, sahip çıkan İNSANDIR.
Çağımızın en belirgin özelliği, insanların hem kendilerinin, hem de içinde yaşadığı toplumların kadimden getirdikleri kimliklerine sahip çıkmalarıdır.
Yakın çevremizden başlayarak, etrafımıza bir göz atalım. Kadını erkeği, genci yetişkini, yönetici ile yönetilen arasındaki çatışmalarda insanın kimlik arayışınıgörmekteyiz. Eğer bu arayışta, örgütlü demokratik özgürlük, arayışları yoksa, ya bireysel ya da yığınsal çatışmalı arayışlarla sorunlar çözülmeye çalışılır. Bu çatışmalı hal, hem insanı bireysel, he de toplumsal olarak yorar.
Var olan sorunlar hiç bir zaman hem bireysel, hem de toplumsal olarak çözümsüz ortada kalmaz, kalamaz. Bir şekilde çatışmalı olsada, çatışmasız olsada sorunlar çözülmek zorundadır ve çözülür.
Önemli olan sorunları bilgece, akıllıca, siyaset yoluyla, eleştirerek, tartşarak, çatışarak değil, var olan sorunlarımızı siyaset diliyle ortaya döküp, yine siyasetin kendisiyle sorunları çözmek.
Başka bir dil, başka bir söylem hem şahıslar olarak kendimizi, hem toplumumuzu yorar.
Yıllarca siyasetin dilini yanlış kullana kulana, yeterince yorulmadık mı?
Ben yazmaktan, konuşmaktan, söylemekten yoruldum.
Ya siz?