Bir İran gezisinden izlenimler…

Duran Özkan “ Sadık Gökgöz İran’a tur düzenliyor, katılır mısın?” diyor. Biraz tereddüt ettikten sonra “Tabii neden olmasın” diyorum. Çünkü İran’a karşı önyargılarımız var. Yılarca bizim mahallede “Türkiye İran olmayacak” diye slogan atılmış… Kime İran’a gideceğim desem “İran’da ne işin var, başka gidecek yer mi yok?” diyor… Kimi “Senin adın Osman orada sevilmez, problem olur diyor.” Doğrusu bu telkinlerin ardından, benim için İran gezisi doğru mu, diye ikilem içerisinde kalıyorum ama her ne olursa olsun, İran’ı yakından tanımak arzusu bütün tereddütlerin önüne geçiyor.

Duran Özkan, Barış Yıldız ve ben İran turuna katılmak üzere bir gün önceden uçakla İstanbul’a gidiyoruz. Veli Doğan ise işleri olduğundan akşam uçağı ile gelerek bize katılıyor.

Taksim’de bir otele yerleştikten sonra, Mazlum Köse ile buluşup, İstiklal Caddesinden yürüyüp, Galata Kulesi’ne gidiyoruz, oradan Karaköy’e inip Galata Köprüsü’nden geçip, Eminönü’ne varıyoruz… Eminönü’ne gelip de balık yemeden olmaz; Mazlum Köse’nin Balık ekmek ikramını yedikten sonra, Sultanahmet Meydanı’na çıkıyoruz. Oradan, Gülhane Parkı’ndan geçip sahile iniyoruz. Sahilde biraz dolaştıktan sonra bir çay bahçesine oturarak, denize karşı çayımızı yudumluyoruz…

Facebook’dan Galata Köprüsü’nden paylaştığımız fotoğrafı gören Tayyar Büyük arıyor, yerinizi söyleyin sizi alıp akşam misafir edeyim, diyor… Biz Tayyar Büyük ile buluşup, Taksim’e Nevizade’ye gitmek üzere yola çıkıyoruz. Eğlenceli ve keyifli sohbetinin sonunda söz dönüp dolaşıp yine benim adıma geliyor. Tayyar, “Siz bu Osman’ı İran’da ne yapacaksınız, oralarda Osman’ı sevmezler, bari adına Ali ekleyin, Ali Osman olsun, böylece durumu idare edersiniz” diyor!.. Gülüyoruz! Sohbetin sonunda Tayyar Büyük’ten ayrılıp Veli Doğan ve Barış Yıldız ile buluşup, İstiklal Caddesinde keyifli bir gece gezintisi yaptıktan sonra otele dönüyoruz.

Sabah kalkıp havaalanında, Ali Ekber Kaya ve çeşitli illerden katılan diğer katılımcılarla buluşarak, Tahran uçağına biniyoruz. Üç saat süren yolculuğun sonunda, Uluslararası İmam Humeyni Havaalanı’na iniyoruz. Uçakta yanımızda daha sonra adının Tahira olduğunu öğrendiğimiz kot pantolonlu, boynunda şalı olan güzel İranlı bir kız oturuyor… Nasıl bir tepkiyle karşılaşacağımızı bilmediğimiz için yolculuk boyunca hiç konuşmuyoruz. Uçak havaalanına inice, bize dönüp gülümseyerek “İran’a hoş geldiniz” diyerek selamlıyor, bir yandan da boynundaki şalı başına doluyor. Türkçesi iyi değil ama kendini ifade edebiliyor. İstanbul’da bir tekstil firmasında çalıştığını, ailesinin Tahran’da yaşadığını söylüyor. Valizlerinin fazla olduğunu söyleyip, valizlerini dışarı çıkartmak için bizden yardım talep ediyor. Biz sohbet ederken bir yandan da Tahran Havaalanı’nda, pasaportumu uzattığımda ismimden dolayı nasıl bir tepkiyle karşılaşacağımı düşünüyorum… Pasaport kontrol kulübesindeki görevliye pasaportumu uzatıyorum. İşlemim bittikten sonra, güler yüzle pasaportumu bana veriyor… İsimden dolayı kaygılanmamın boşuna olduğunu anlıyorum!

Havaalanında bizi bekleyen tur otobüsüne binip, Kum (Qom) Mollalar Kenti’ne doğru yola çıkıyoruz…

(devam edecek)