Daha önceki zamanlarda yazılan, kitaplık çaptaki hikâyelerimizi bundan böyle Çarşamba günleri bu gazetede, bu sütunda okurlarımızla buluşturmak istedik, bazısı daha önce yayınlanmış olsa da bu hikâyelerin çoğu ilk defa yayınlanacaktır.
Bugün “Bestekâr Hayri Yoldaş” dostumuz tarafından bestelenen ve Diyarbekir’lilerin beğenisini kazanan “ah bibi” türküsünün hikâyesini sizlerle paylaşalım istedik.
Şöyle ki, bu hikâye uzun yıllar önce Diyarbekir’den uzakta yaşamış olan birinin” sanki” anlatımından oluşmuştur:
Yıl 1960'lar, rakam olarak tam hatırlayamıyorum, o zamanlar resmi yollardan işlem yaparak Almanya'ya gidişler henüz başlamamıştı, ama bu ülkeye gitmek, yerleşmek arzusu içimi kasıp kavuruyordu, küçükken okul kitaplarında okuduğum "Bremen mızıkacıları" içimde bir merak uyandırmıştı, Bremen’e gitmek istiyordum.
Gerçi Diyarbekir'i de seviyordum, çünkü bu şehirde doğmuş, büyümüştüm, küçelerinde çelik çomak oynamış, birdirbir demiş ana ana birinci, gago kıtto soro soro sor peynir gibi çocuksu oyunları oynamış, kırmızı yumurta tokuşturmuş, delikanlılık çağıma gelmiştim.
Yaz aylarındaki "toprak dama taht" kurup yatarken duyduğum hazzı biliyordum ihtimaldir ki Bremen’de bulamazdım, Almanya’nın bir başka şehrinde de bulamazdım.
O zamanlar sanki moda idi, cebinde biraz para bulan gençlerin ver elini İstanbul diyerek evlerinden kaçmaları, ama ben onlar gibi yapmayacak, Almanya'ya gidecektim, nasıl olsa İstanbul'a her zaman gidebilirdim.
Arayan bulur derler ya, duydum ki lisede bir Alman hocası varmış, bu kişi su katılmamış bir Alman imiş, Diyarbekir'de evlenmişti, istediği zaman gidebiliyordu ülkesine, okuluna gittim kendisini buldum meramımı anlattım, beni ilgiyle dinledi:
- Seni götürürüm ama ben ne kadar kaldıysam sende o kadar kalacak ve benimle döneceksin, söz veriyor musun?
- Söz dedim öğretmenim, söz, vallahi de söz, billahi de söz..
- Tamam dedi, bir ay sonra gideceğiz, kendisine:
- Öğretmenim dedim, benim seninle Almanya'ya geleceğimi kimseye söyleme, hele babama ve abime hiç söyleme, duyarlarsa bırakmazlar, gittikten sonra beni İstanbul'a kaçtı sansınlar, nasıl olsa seninle döneceğim.
- Böyle şey olmaz, bunu sen söylemelisin, sana söz verdiğim için ve sende bana dönüş sözü verdiğin için seni götüreceğim.
O bir ayı iple çekmeye başladım, bu arada biraz param olsun istedim, bir ay içinde çalışarak bir miktar para topladım, gideceğimiz günden bir gün önce babama:
- Baba, bana biraz para verir misin?.
- Ne yapacaksın parayı?
- Para ne yapılır, harcanır, ama öyle boş yere harcamayacağım, kendime üst baş alacağım, bir takım elbise diktirmek istiyorum, kunduralarım eskimiş, eşin dostun içine çıkamıyorum deyince babam gülümseyerek:
- Öyle değil ama öyle olsun, al sana bin lira, sakın bu parayla İstanbul'a falan kaçayım demeyesin..
- Yok baba, İstanbul kim ben kim?
Öğretmenin sözü boşlukta kalsın istemedim “mırıldanarak” belki Almanya’ya gidebilirim dedim, babam bunu işitmedi sanırım.
Ceplerim ısınmıştı, gidiş yol paramı da o öğretmen karşılamıştı, ilk defa uçağa biniyordum, Diyarbekir'den İstanbul'a, oradan Münih'e uçakla gitmiştik, uçak havalanırken yukarıdan Diyarbekir'i son bir kez görmek istedim, söylerlerdi de görmediğim için merak ederdim, gerçekten bir "kalkan balığı"nı andırıyordu Diyarbekir surları, hayran hayran baktım ve bir ara "acaba gitmesem mi?" diye şüpheye de kapıldım, ama yok yola çıkmıştım bir kere, kararımdan ve sözümden dönemezdim...
Bremen şehrine olan merakımı anlatmıştım öğretmene, beni oraya gönderdi ve bir tanıdığının adresini verdi, kafamda kurduğum planı gerçekleştirecektim, Diyarbekir'e dönmeyecektim, yanına gittiğim Alman'a bana bir iş bulmasını Almanca bilmesem de öğrenebileceğimi anlatmaya çalıştım ve kaçak olarak bir fabrikada bulunan işe girdim..
Bir Alman kızıyla evlendim, çocuklarımız oldu ve ben tam elli yıl Diyarbekir'den uzakta kaldım, Alman vatandaşı olmuştum eşimden ötürü, çocuklarım da hep Alman vatandaşı olarak kayıtlara geçtiler, emekli olduğumda Diyarbekir'e gitmek, orada neler olmuş, doğup büyüdüğüm şehirde neler yapılmış öğrenmek arzusu içime düştü.
Evimizin içinde bulunduğu "Şeftali Sokağı"nın adı değişmiş, bir gayri müslimin adı yazılmıştı, Diyarbekir'de ailemden hiç kimse kalmamıştı, hepsi ölmüş Mardin kapı kabristanındaki yerlerini almışlardı, yalnız Almanya'ya giderken bir bibim vardı, bibim o zamanlar küçücük bir kız çocuğu idi, onun izini buldum.