Zaman kötü garip oldum bu yerde
Deprem vurdu, çık dışarı dediler
Korku ile bekler iken seferde
Koro geldi gir içeri dediler
Şimdi bana yol gösterin a dostlar
İçeri mi dışarı mı bileyim
Orta hasar bir evim var, param yok
Bir de canım kaç parçaya böleyim.
“Elazığ’ı derinden vuran 6,8’lik depremin üzerinden 3 ay, üç gün geçti. Ya benim üzerimden. Bir evim vardı başımı soktuğum. 20 Ocak 2020 Elazığ depremi yıkmadı ama orta hasar bıraktı. ‘Orta hasar’ diyorum ya var mı dünyada böyle bir tanım, onu da bilmiyorum. Bildiğim tek şey yetkililer, “bu binada oturmanız sakıncalı”, dediler. “Sakıncalıysa yıkın dedim”, güldüler. Sonra da ‘güçlendirmelisiniz oturduğunuz binayı sakın ha ihmal etmeyin’ nasihatinin ardından başvurursanız size 5.000 TL güçlendirme yardımı yapılacak diye de tembihlediler.”, böyle dert yandı yılların dostu bana.
Devam etti sonra; “korktuk, eve girmeye; kış vurdu, kar uludu, bez çadırda bekleştik. Su yok, tuvalet hak getire. Dayandık. Dayandık da şu orta hasarı bir türlü anlayamadık. Oysa Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan ‘Kentsel dönüşüme Elazığ’dan başlayacağız’, demişti de biraz olsun rahatlamıştık. Sonra günler aylar geçti aradan. Şimdilerde ne arayan var ne soran. Elazığ’la birlikte biz de olduk hazan. Yarı yıkık evler, bomboş sokaklar, gülmeyen yüzler; bir söyle bin ah işit insanlar… Yetmedi deprem, bir de koronavirüs vurdu ardından! Allah yardımcımız ola. Bir büyük musibettir dönüp dolaşıyor başımızda”
Dertli “sölegen” olur derler ya Elazığ tabiriyle! Bizimki makineli tüfek sanki anlatıyor da anlatıyor: “Neyse biz gene dönelim derdimize, yalızlığımıza, çaresizliğimize. Sahi ne olacak orta hasarlı bu binaların durumu?”,durup soluk alıyor. “Orada oturan vatandaşlar? Evlerine girmekten korkuyorlar. Dışarıda kalmak bir dert, eve girmek bir başka dert… Aynı apartmanı paylaşan insanların her birinin ayrı bir telden çalması o da çok ayrı bir dert. Çare, çare devlet… Var mı başka sığınacak bir yerimiz? Devlet bu duruma mutlaka el atmalı. Orta hasarlı binalar için ya ağır hasarlı deyip de yıkılmasına karar vermeli, ya da belediyeler, bu binalara fazladan kat vererek müteahhitler için cazip hale getirtmeli. Biz, Elazığlı vatandaşlara gelince vallahi işimiz zor. Öylesine bedbin ölümüne perişanız. Ha bir de bütün bu yıkımın gerçek müsebbipleri yani müteahhitleri seçerken onların çimento ve demir hırsızı olmamaları için araştırma yapmalı. Öyle her önüne gelene ruhsat vermemeli. İnşa edilen her binanın her kademesinde de adamakıllı kontrol etmeli.”
“Yahu Şükrü Bey, şükür ki…”, dedim lafı ağzıma tıktı. “Dünyamızı saran, insanların gırtlaklarına binen sonra da ciğerlerine inerek ölümlerine sebep olan şu koronavirüs illeti elbette atlatılacak. Biz yine Elazığ caddelerinde elimizi kolumuzu sallayarak dolaşacağız inşallah! Şu mübarek Ramazan’ın ilk günü ellerimi açtım yalvarıyorum: Allah’ım; birliğin, dirliğin, diriliğin sevgi ile çarpan yüreklerde korlandığı, dostluğun kardeşliğin hâkim olduğu; her türlü felaketten, musibetten, hastalıktan uzak; fitnenin şerrinden, hırsın felaketinden, koronavirüs belasından, küfürden, kinden, öfkeden bizleri, ülkemizi muhafaza eyle! Dertlilerimizin dertlerine çare ver.”
“Amin”, dedim. Sustum. O da sustu. Fırsat bu fırsat diyerek dostlara ve okuyuculara ben de bir selamla birlikte bir yakarışta bulunayım istedim.
Allah’ım, Oruç ve Kuran" ayı bize, ülkemize, Türk-İslâm âlemine ve bütün insanlığa sevgi, barış, kardeşlik, huzur ve mutluluk getirsin. Nice koronavirüssüz günler nasip etsin… Birliğimiz, dirliğimiz ve diriliğimiz daim olsun, dertlilerimiz deva; hastalarımız şifa bulsun. “Amin”, dedik ikimizde de aynı anda…
Hayırlara vesile Allah’a emanet olun.