Doğum Ve Ölüm Günüm Bir Arada

Ölümü öğrenmeden, yaşamayı öğrenmeyi öğrenemedim. 83+1’i Ömür yolculuğumu yaşadığım bu özel ve güzel günümde, ‘’Doğum Ve Ölüm Günüm Bir arada’’ başlıklı bu köşe yazımı dikkatlice okumanızı öneririm. Bakalım içinde ne bulacaksınız?

Evet, evet; ‘’doğum ve ölüm’’ yaşam döngüsü içerisinde bütün canlılar için geçerli olan bir yol içerisinde, bir arada yolculuk ediyorlar. ‘’Doğuma varoluş, ölüme de sonsuzluk’’ dersek ki, öyledir. Bu yolculuk evrendeki her varlığın, varoluşunun yolculuk serüvenidir. Bu benim, senin, bizim hepimizin evrendeki yolculuk serüvenimizdir.

Bunu daha kısa bir açıklama ile şöyle söyleyebilirim. Vücudumdaki yaşam parçalarıma göz attığımda, bu yaşam parçalarımdan önemli bir kaçını şöyle sıralayabilirim. ‘’Beynim, görme, işitme, duyu, tat, kalp, akciğer, böbrek’’ vs. Bütün bu yaşam organlarım milyarlarca hücrelerden oluşuyor. Bilim insanları insan vücudunda ‘’30 Milyar Hücrenin olduğunu söylüyorlar.’’ O milyarlarca hücrelerim bir günün saniyelerin saliseleri içerisinde, hem yeniden doğuyor, ölüyor ve yeniden doğuyor. Aynı zaman diliminde bu zıtlar, ‘’ Ölüm ve Doğum’’ birbirinin içinde birlikte yol alıyorlar. Normal bir yaşam süresince her bir organımız içerisindeki hücrelerimiz, vücudumuzun içerisindeki doğum ve ölüm serüvenini birlikte sürdürürken, zaman ve mekân içindeki bu yolculukları işlevlerini giderek yitirmeye başlayınca, hastalıklar ortaya çıkıyor ve biz onları doktorlarımız vasıtasıyla tedaviye alıyoruz. Bu organlar işlevini, görevini yitirince de ‘’organ yetmezliği’’ nedeniyle sonsuzluk denilen edebi yolculuğa uğurlanıyoruz.

Evren içerisindeki bütün varoluş ve yok oluşun sırrı ve serüveni bu ‘’Zıtların birlikteliği’’ cümlesinin içinde yatıyor. Evrenin içerisinde var olan varoluşun bu parçaları ki biz o parçaların bir arada varoluşuna, ‘’Zıtların Birlikteliği’’ diyoruz. Bu birliktelik bozulduğu andan itibaren onlar sonsuzluğa uğurlanırken, zıtların içindeki var oluşlar başka bir buluşmada yeni bir oluşumla yaşam yolculuğuna devam ediyorlar.

24 Haziran 2021 / 83’üncü + 1 doğum günüm 84’e yürürken, 11 Eylül 2024 ölüm tarihime ilişkin öngörümdeki yürüyüşüm, her doğum günümdeki her adım atışım, benim sonsuzluğa gidişime aynı zamanda yol açıyor.

Yıllarca doğum günüme ilişkin birbirine eklemlenerek yazılar yazıyorum. Her doğum günümde yıllar önce zannediyorum 1980’li yılların ortasında idi. Ölüm günüme ilişkin fikir babası ilhamını o günün PTT Genel Müdürlüğü 2000’e mektup fikrini ortaya atması ile başlatmıştı. Bu fikre uymuş, 2000’e mektup başlıklı mektubumu, 1980’li yılların ortasında yazarak o gün için de PTT Genel Müdürlüğüne göndermiştim. O yıllarda gönderdiğim mektubum 2000 yılında açılmadan tam da zamanında elime geçmiş ve ben de o mektubumu bir köşe yazımda okurlarımla buluşturmuştum.

Bu mektubu yazdığım o günlerde, yani 1980’lerin ortasında bir tablonun ortasına 1947 tarihli resmimi ve sağ ve sol tarafına bir iki satırla ve altına da doğum ve ölüm tarihimi ekleyerek camlı bir çerçeve içinde evimizin duvarına asmıştım. Köşe yazılarımı yayınlama (kitap) fikri kafamda oluşunca, bu tabloyu ‘’Çerçeveye Sığmayanlar’’ kitabıma ‘’Ön Söz’’ olarak yerleştirdim ve yayınladım.

Esas burada söylemek istediğim bu ölüm tarihimi belirlemem bana hep güç verdi. Yıllar ilerledikçe ölüm tarihime her yıl bir adım daha attıkça, yaklaştıkça, ölüm tarihim bana, bende ölüm tarihime alıştım.

Bu gün dahi rahatlıkla “Allah her şeyi vaktinde nasip etsin” diyebiliyorum. Vaktimin de Allahtan belirlediğim tarihinde olmasını diliyorum. Evrenin 14 Milyar yıllık serüvenin oluşumuna baktığımda, yaratılışın bir yanda doğduğuna, genişlediğine, geliştiğine, yayıldığına belli bir zaman ve mekân dilimi içerisinde varlığının başka bir şeye dönüşerek sonsuzluğa aktığını görüyorum. ‘’Ben bu büyük bu var oluşun ve sonsuz döngünün içinde neyim ki’’.…

Bir gün bu var oluşun sırrı, akışı içinde, bende sonsuzluğa akıp gideceğimi görüyor ve biliyorum. Bu süreç içerisinde bir kez evrenin içine düşen canlı cansız her varoluş, bu sonu tadacaktır. Bu tadın aslında yaşamımın içindeki acıların, sızıların çığlıkları ve sevinçleriyle, güzellikleriyle ve kahkahalarla birlikte sonsuzluğa yolcu edileceğimi düşünerek, bu güzel yolculuğun içerisinde, yolun tadını çıkarmaya çalışıyor ve bunu da yapıyorum. Yanı anlatmaya ve anlamaya çalıştığım ‘’ölümün tadına’’ vararak, yanımda taşıyarak yaşamımı sündürüyorum.

‘’Yaşam; kendi kaynağını ölümden alır.’’ Ölüm olmasaydı yaşam olurumuydu? Bu nedenle yıllar yılı ölümümü önüme koyarak, koynuma aldım. Ve ölümle burun buruna, solukla iç içe yaşadım. O bana alıştı ben de ona. Güzel bir arkadaş olarak yıllarca birlikte yolculuk ediyor, ara sıra günlerce sohbetlerimiz de oluyor. Yine böyle güzel güneşli bir günde konuşarak Yolda yürürken ölümüme sordum. Beni ne zaman terk edeceksin diye.

Ölümüm - Şimdilik seninle hoşça vakit geçiriyoruz. Ne zaman canımı sıkar beni önemsemezsen demez mi?

Asım - O zaman canın sıkıldığı ve seni önemsemediğim şeyleri söyle ki ben de onları yerine getireyim dedim. Ben geçmişimi geleceğimin içinden konuşuyorum. Geçmiş her zaman konuşulur deyince;

Ölümüm - o da gelecek 24 Haziran 2022’yi bekle demez mi?

Asım - O zamanı bekleyemem. Şimdi söylesen olmaz mı deyiverince;

Ölümüm - Bari merak edip o günü bekleyemiyorsan, sen de kimseye söylemeyeceğine söz ver.

Asım - Söz.

Ölümüm - Öyleyse Asım aklının bir köşesine söyleyeceklerimi koy. Aslında siz ölmüyorsunuz. Geçmişten geleceğe yürüyen bir şeyin parçasısınız. Korkulacak bir şey yok. Son bir sözüm var. Bu kadar anlattıklarımın içinde şunu gör ve uygulamaya çalış. Yaşlılığını, yani yaşlı hücrelerinin yaşlanmasını durduramasın ama ‘’ Aklının Yaşlanmasına’’ izin verme. Her gün ‘’Aklının Yaşlanmasına’’ geçit verme. ‘’Aklını-Usunu’’ yeniden, yeniden onar ve yenile onu. O aklın seni ölümsüzlüğe taşıyacak…