EDEBİYATIMIZDA HANLAR VE KERVANSARAYLAR (5)

1922 yılında İleri gazetesinin temsilcisi olarak Ankara’ya gider ve Kayseri Lisesi Edebiyat öğretmenliğine atanarak Kayseri’deki görevine başlar. Bir süre Kayseri ve Ankara’da öğretmenlik görevini sürdüren Çamlıbel, daha sonra İstanbul’da mesleğini yapmıştır. 1946’da Demokrat Partiden milletvekili seçilerek meclise giren Çamlıbel, bu görevini de 1960’a kadar sürdürmüştür. 1960’ta Yassıada’da yargılanan Faruk Nafiz, daha sonra serbest bırakılmıştır. Bu günlerin hatırasını da Zindan Duvarları’nda şiirleştirmiştir. 1973’e kadar emeklilik hayatını devam ettirmiş ve daha sonra aramızdan ayrılmıştır. Günümüzde, başta Han Duvarları olmak üzere toplu eserleri, YKY tarafından yayımlanmaktadır. Genellikle şairlik yönüyle tanınmış, tiyatro eserleri de kaleme almıştır. Cumhuriyet döneminin ünlü şairleri arasında yer almaktadır. Özellikle Toplu şiirlerini yer aldığı Han Duvarları, satış rekorları kırmış ve edebiyatımızın en çok okunan eserleri arasında yer almıştır.

Cumhuriyetle birlikte başlayan Memleket edebiyatı çığırının önemli isimlerinden biri olan Faruk Nafiz edebiyatımızda daha çok Han Duvarları adlı manzum eseriyle tanınmıştır. Ankara’dan Kayseri’ye 1922 yılının o günkü şartlarında soğuk bir Mart sabahında başlayan yaylı bir arabayla yaptığı üç günlük geziyi anlatan şair,yolda gördüğü manzaraları ve samimi duygularını ifade etmiştir.
Manzum hikaye karakteri gösteren bu uzun şiir, 7+7=14’lü hece ölçüsüyle ve mesnevi nazım biçimiyle yazılmıştır.Araya, 6+5=11’li hece ölçüsüyle yazılmış ve Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış adlı meçhul halk şairine izafe edilen koşma nazım biçimiyle söylenmiş üç dörtlük ekleyen şair, halk edebiyatından yararlanmanın yollarını da göstermiştir. Aslında, Anadolu insanının ruhunu yansıtan bu koşma da kendisine aittir.
Merhum Mehmet Kaplan hocamız Cumhuriyet Devri Türk Şiiri(Dergah Yay., İst. 1983) adlı eserinde şiir tahlillerine Han Duvarları ile başlar. Kaplan, Çamlıbel’in şiirinin muhtevasını başlıca üç varlığın oluşturduğunu söyler:
a.Anadolu coğrafyası,
b.Anadolu insanı (hanlarda rastlanan yolcular,bilhassa koşmanın parçalarıyle muztarip bir hayalet gibi her menzilde şairin karşısına çıkan meçhul halk şairi Maraşlı Şeyhoğlu)
c.Şairin kendisi.
Bunlardan ilki şiirde en geniş tutuyor. Şair üç günlük yolculuğu boyunca gördüğü her şeyi en küçük ayrıntısına kadar gerçekçi bir bakış açısıyla bir tablo gibi tasvir ediyor. Şiir boyunca kendi varlığını da htirir. Gördüklerinin ve yaşadıklarının ruhunda bıraktığı etkileri, uyandırdığı duygu ve hayalleri de anlatır. Şiire tamamen bir gurbet ve yalnızlık duygusu hakimdir. “Gurbeti gönlümde duya duya Ulukışla yolundan Orta Anadolu’ya gidiyorum.” diyen şair, bir yandan gördüklerini, diğer yandan htiklerini aktarmaktadır.“İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!” diye tanımladığı bu gurbet duygusu, şiirin temasını oluşturmaktadır. “Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine” diyen şair, aslında o yıllarda İstanbul dışına çıkan bir aydınınruh halini ve duygularını anlatmaktadır. Bu anlamda Han Duvarları lirik bir şiirdir.
Şiirde coğrafyaya ait unsurlar geniş bir yer tutmaktadır. Şairin güçlü bir gözlemine dayanan bu ayrıntıların sıralanmasında yolculuğun bir yaylı arabayla yapılmasının büyük bir rolü vardır. Anlayacağınız teknoloji, şiiri ve sanatı olumsuz etkilemektedir. Aynı yolculuk motorlu taşıtlarla demiryolu veya uçakla yapılmış olsa bu kadar ayrıntı gözlemlenemez ve şair de bunları bu kadar başarılı olarak yansıtamazdı. Ulukışla, Orta Anadolu, Toros Dağları, Niğde, Erciyeş, Araplıbeli, İncesu gibi yer adlarından da anlayabileceğimiz gibi mekan, o zamana kadar edebiyatımızda ihmal edilmiş olan Anadolu’dur. Manzarayı tamamlayan yüksek dağlar, sonsuz genişlikteki ovalar, bitmek tükenmek bilmeyen yollar, Şairin ruhunda boşluk, yokluk (adem) ve ölüm duyguları uyandırmaktadır. Uykuya varmış gibi görünen ve yılana benzeyen yollar başını kaldırarak boşluğu dinlemektedir.
Şiirin kompozisyonunu yolculuk belirlemektedir. Her soluğun buz tuttuğu soğuk bir Mart sabahının ilk saatlerinde başlayan yolculuk akşam karanlığında önceden belli olan bir menzile yani hana varılınca duraklamakta, ertesi gün devam etmektedir. Böylece konaklanan üç ayrı hanın duvarında rastlanan Maraşlı Şeyhoğlu’na ait koşmanın parçaları da metnin bütünlüğünü sağlamaktadır.Bu şair tarafından uygulanan bir kurgudur.
Coğrafyadan sonra şiirde insanı etkileyen ikinci unsur ise hanlarda rastlanan Anadolu insanıdır. Şair, bağrındaki yaraya bir derman bulmak için kervansaraya toplanmış bu garipleri, vatanın dört bucağından toplanmış bu insanları, ocağı kuşatmış gurbet çeken gönülleri görmezden gelmesi ve onlarla ilgilenmemesi imkansızdır. Bu hüzünlü insanları tasvir ederken de şair, gerçekçi bir gözleme dayanıyor.Şairi asıl ilgilendiren ise, duvarda bir dörtlüğüne rastladığı şair arkadaşıdır. Asıl yurdu olan Kınadağı’ndan yani, baba ocağından ve yar kucağından on yıldır ayrı kalmış; sevgi bağından bir çiçek deremeden huduttan huduta atılmak zorunda kalmış; bitmek tükenmek bilmeyen savaşlara katılmış bir insanın feryadıyla irkiliyor. Sekiz Mart otuz yedi (1337/1921) tarihini taşıyan bu dörtlük, diğer iki han duvarında rastlayacağı şiirin ilk parçasıdır. Şair ona sadece teselli vermekle yetinir. Askerlik ve savaşların sona erdiğini, huduttan götürdüğü şanın yeterli olduğunu araya giden baharına içlenmemesini söyler.
Oysa, daha sonraki han duvarlarında rastlanan dörtlüklerden ve hancının şiirin sonundaki “Hana sağ indi ölü çıktı geçende” cevabından anlaşılır ki, namına Kerem denilen ve Aslı’sını başkalarına kaptırmış olan Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış, tutulduğu verem hastalığından kurtulamamış ve bir kuru yaprak misali rüzgarın önüne kapılarak yaşamını tamamlamıştır.