EDEBİYATIMIZDA ZİNDAN, YUSUFİYE, HAPİSHANELER -4-

Eflatun Cem Güney’in Zindandan Gelen Mektup adlı masalında geçen ve Ali Ekber Çiçek tarafından yorumlanan ağıt, bir mahkumun ağzından söylenmiş bir manzum mektup niteliğindedir:

Mektup selam eyle bizden vatana
Söyle benim için güller ağlasın
Gözü yaşlı düştüm ben bu zindana
Iraktır aramız yollar ağlasın.

Sılanın çevresi bahçeler bağlar,
Oturmuş analar oğul der ağlar
Bize perde olmuş yıkılsın dağlar
Halimizi bilen diller ağlasın.

Biz Hak’tan düşmüşüz böyle ateşe
Niye şu ayrılık geldi bu başa
Söylen şu dağlara, toprağa taşa
Yaylalar ah etsin çöller ağlasın.

Anam bu zindanda böyle çürürsem
İflah olmaz hasretinle ölürsem
Kavuşmaz da ta mahşere kalırsam
Benim hallerime eller ağlasın.

(S. Emiroğlu-R. Çiftlikçi, K. Deniz, Masal Babası Eflatun Cem Güney, MAD Yay., Malatya 2010, s.295)

Malatyalı Fahri’nin Mapushane Türküsü, idamlık bir mahkumun mekana seslenişidir:

Ne zalimdir mapushane havası
Çocuklar ağlıyor ister babasın
Hakkımda verdiler idam cezası

Mapushane seni yapan kör olsun,
Kör olsun da iki elleri kırılsın

Akşam olur firengiler vurulur.
Gardiyanlar üstümüze kurulur.
Anam beni ziyaretten yorulur.

Mapushane seni yapan kör olsun
Kör olsun da iki elleri kırılsın

(Firengi: Sürgülü ve büyük kilit. Pranga).

Eski metinlerde zindancı olarak geçen kavram, XX. Yüzyıldan itibaren koruma ve infaz görevlisi anlamıyla Batı dillerinden alınarak gardiyan adına dönüşmüştür. Zindan kavramı da ceza ve ıslah evleri’ne evrilmiştir. Çünkü amaç suçluyu sonsuza kadar hapishanelerde tutmak değil, yaşatmak, rehabilite etmek ve yeniden topluma kazandırmaktır. Eski çağlarda yıllarca zindanlarda unutulan mahkumlar varmış. Günümüzde bir tıkla bütün mahkumların suçlarının niteliğine ve sayısına ulaşılan bilişim ve yönetim sistemine ulaşılmıştır. Hapishaneler de bu anlayışa uygun olarak düzenlenmelidir.

Muharrem Ertaş ve oğlu Neşet Ertaş’ın yorumundan sonra Selda Bağcan’dan dinlediğimiz Mapusanelere Güneş Doğmuyor, unutulmaz türkülerimizdendir. Bozlak formunda okunan bu orta Anadolu türküsüdür. Genç yaşında hapse düşen bir insanın ağzından gardiyana seslenilen eserde ölüm duygusu ile hapishane birleşmiştir. Genç mahkum, Benim zindanlarda neyidi işim dediğine göre hayattan beklediklerini bulamamıştır ve epeyce ıslah olmuştur:

Hapishanelere güneş doğmuyor
Geçiyor bu ömrüm de günüm dolmuyor
Eşim dostum hiç yanıma gelmiyor

Yok mu hapishane beni arayan
Bu zindanda ölem canım gardiyan
Birer birer yoklamayı yaparlar
Akşam olur kapıları kaparlar
Bitmiyor geceler, olmaz sabahlar

Yok mu hapishane beni arayan
Bu zindanda ölem canım gardiyan

Anamdan doğalı garip kalmışım
Acı hapishane daha genç yaşım
Benim zindanlarda neyidi işim

Yok mu hapishane beni arayan
Bu zindanda ölem canım gardiyan

Sözleri ve ezgisi Aşık Mahzuni’ye ait, Hapisane içinde minderim kana battı diyen, düşmanları tarafından hapisanede öldürülen ve kanı yerde kalan dargın mahkum’un çığlığı hepimizedir:

Dargın Mahkûm (Darıldım Darıldım)

Darıldım darıldım ben sana canım
Böyle mi olacaktı
Vuruldum vuruldum baksana kanım
Yerde mi kalacaktı

Hapishane içinde
Minderim kana battı
Minderim kana battı

Yahu bu ne haldır
Öldüm yedi yıldır
Gardiyan çekti gitti
Gardiyan çekti gitti
Dağ gibi, bağ gibi, ömrüm benim
Ne çabuk söndü gitti

Darıldım darıldım ben sana canım
Böyle mi olacaktı
Vuruldum vuruldum baksana kanım
Yerde mi kalacaktı


Yoruldum yoruldum hal bilmezden
Yaş geldi kırk'a çıktı

Dirildim dirildim geri de öldüm
Dostlar bizi (beni) bıraktı

Mahzuni gene beyler
Bizim yaylada yaylar

Yahu deli miyim
Yok ölü müyüm

Parlayan bizi paylar

Ağlama sızlama
Anam benim
Bir gün biter yaralar
Bir gün biter yaralar

Darıldım darıldım ben sana canım
Böyle mi olacaktı
Vuruldum vuruldum baksana kanım
Yerde mi kalacaktı