GELMELER GİTMELER

Geldim, gitmelere bekle diyerek.

Attım valize birkaç kırgınlık,

Bir iki vefasızlık.

Bir kaç acı söz,

Benim hatırladıklarım.

Bir kaç iyi söz,

Senin unuttukların.

Geride kalan ne varsa;

Boğazın sularına serdim.

Geldim, korkma aç kapıyı,

Sende kalmaya değil;

Beni almaya geldim.// Halil Cibran

Hayat “gelmek” ve “gitmek” arasına açılmış bir parantez gibi durur. Bir sarkacı iki ucunda doğum ve ölüm kelimeleri durmuş bizlere bakar. Bu sarkaç bir hatıralar dizini, bir sevdalar yumağı, ayrılıklar ağıtıdır. Kendini tartan her günün sonunda, yıldızları sofralarımıza buyur edip sohbet serenadıdır.

Kendimizi alıp gideriz sonra. Kıyısız denizlere vururuz düşlerimizi. Kendimizi toplarız Samanyolundan, ağaç dallarından, çiçek tenlerinden gökyüzü renginden. Öyle bilinmelidir sonra aşk… Sonra her ayrılığın kanayan bir yara olduğu. Mevsimlere böldükçe acıyı, bizlere Eylül kalır ve “Sarı” bir rüzgâra söyleriz sonbahar şarkılarını.

İnsan, unuttukça özgürleşir, hatıralarının prangalarından kurtulur, geçmişle daha rahat konuşur. Aksine, unutamayış insanı geçmişe esir eder ve onun ayak izlerinden kendine bir yol yapar. Kendi yolunu seçemeyen ve kendine bir yol yapamayan insan kayıptır aslında. “yok”tur ve yok hükmündedir. Çünkü öznesi olmadığınız bir hayat sizin değildir. O nedenle adanmışlık kendinden vazgeçiş, sorumluluk üstlenmemek için insanın kendini yok saymasıdır. İnsan, altında imzası olmadığı bir hayata sığdırır yaşını. Bu ömrün düşü, aşkı, sevdası olamaz aslında. Hem kanadıkça hayat, üstesinden gelemeyiz ve acılardan bir çelenk yapıp sunarız hatıralarımıza. Geçmişe ağlamak, insanın geleceğinden vazgeçişidir.

İnsan bazen herkesten, her şeyden kaçmak ister, hatıralarını da yanına alarak gitmek ister. Bu ayrılışlar yalnızca aşk, sevgi gibi duygusal mevzularda olmaya bilir. Pekâlâ, insan kendine yeni bir gölge aramak ister, yeni sulara açılmak ister, yeni yüzlere bakarak konuşmak ister. Talih insanı nereye sürüklerse o kıyılara gider, o kıyılarda yalın ayak bir gelecek için yürür.

Şehirlerde giderek kendini mahpus hissediyor insan,

Rüzgârın kanatlarına takılmak istiyor insan,

Bazen eski hikâyelere sığınmak

Oradan konuşmak için koşuyor insan…

Şairler kelimeleri dererken hayat ağacından

Usulca süzülür gölgeler

Her birinin teninde bizim kokumuz,

Dillerinde bizim şarkılarımız

Belki de terk ettiğimiz bütün kıyılar

Iskartaya çıkmış arkadaşlıklar

Gülümsemelere terk edilmiş hatırlar

Bir gün toparlanmayı bekler. Ellerimizle toplarız gözlerimizden düşen her şeyi… Bir kavalın değdiği ezgi, bir memleket hasreti, bir yıkılmış sözler şehri…

Şehirlerden kendimizi derlemedikçe kayboluruz sokaklarında. İçimizdeki çıkmaz sokaklar bizi sürükler arkasından. O son duvarda, bir duvar yazısı olarak kalırız…

Gitmeler, gelmeler; git/geller gece ve gündüzün sözcükleridir. Onlar olmadan hayat akmaz, belki de sözün özü gidip geldikçe tanışırız kendimizle. Düşleri de unutmadan; ne de olsa “hayatın düşlere de borcu var”…