Geleceğin en iyi kâhini, geçmiştir./Lord Byron
Zaman akıp giderken, insan bu akış içinde kendince bir ÖZNE olmaya çalışır. Çağ ve zamanın akışı kimilerini özne yaparken, kimilerini nesne olmanın ötesine taşımaz. Yanılgılar, hayatımızı en çok gözden geçirdiğimiz kesitlerdir. Bu kesitlerin biriktirdiği derslere de kısaca tecrübe denmektedir.
“Geçmiş” bir bildirme kipi olmanın ötesinde, hayatımızı sarmalayan bir hafıza olma niteliğini de korumaktadır. Bu “bagaj” insanın yanında taşıdığı bir bavuldan fazlasıdır ve sürekli olarak davranışlarınıza, hesaplarınıza, beklentilerinize çeki düzen verir. Öyle ki insanın geçmişini kesip atması, hafızasını silmesi beklenemez. Çünkü insan biraz da bu bagajın eseridir.
Hayat; geçmişi sırtından atamaz; bu nedenle de “geçmişi unutup önümüze bakacağız!” cümlesi yalnızca bir teselli olarak değerlendirilebilir. Günlük hayat içinde yaptıklarımız, ettiklerimiz kelimelerimize, düşünüş biçimlerimize, duygularımıza siner ve bu karşılıklı etkileşim sürgit devam eder.
“Gelip geçeriz, geriye sesimizin yankısı kalır!” der şair. Belki de öyledir; biriktirdiğimiz her şey; sesimizin bir yankısı olarak şehirlerin künyesine, yolların şeritlerine, sokakların kaldırım taşlarına, parklardaki ağaçların gölgelerine sığınır. Buralardan insan siluetlerini toplayabiliriz mesela. Hem “ses” büyülü bir şeydir ve güzel bir enstrümandır; hayatın nabzını buradan da alabiliriz. En çok etkilendiğimiz şeylerden bazıları, şarkılardır, türkülerdir. Belki bir keman sesidir, bir kavalın dokunaklı avazıdır. Hâsılı, insan kendine en yakın olarak konumlandırdığı etkinliklerden, nesnelerden hoşlanır. Ses, o nedenle yabana atılmayacak kadar insana yakındır; belki de insandır ses…
Geçmişi ve geleceği birlikte düşünmek, bir şehrin iki yakasında yürümek gibidir. Ama asıl olan yürümektir ve bu biraz da ŞİMDİKİ ZAMAN’dır. Şimdiki zaman için ya geçmişe ya da geleceğe yaslanmak gerekiyor, bazen de iki tarafa…
İnsanın düşünüyor olması, duygulanıyor olması onun üstün yanları olduğu kadar, kırılgan yanlarını da oluşturur. Zamanın içi yaşantılarla doludur ve o nedenle zaman göreceli bir hikâye olmak durumundadır. Sanırım, insan ve zaman dendiğinde, kimine göre; akışkan bir nehir, kimine göre gürültülü bir çağlayan, kimine göre ise durgun bir deniz metaforunu kullanmak mümkündür. Yine de geçmiş ve geleceğin bir birinden ayrılması neredeyse hepimiz için aynı şeyi ifade etmektedir. Her birimiz, geleceğe gözlerimizi kapatarak ya da uzaklara bakarak konuşuruz. Bu beden dilinin zamanı fotografik olarak okumasıyla ilgilidir. Aynen öyledir ve gelecek zaman insan için ufuk çizgisinin boyu hizasındadır.