Kavramlar Kafamızda Yerini Almayınca (1)

Doğan Kapkıner kardeşim; hem yakın akrabam, hem de yıllarca yazılarımın altına notlar düşerek, hem yazı ortaklığı, hem de zaman zaman bilgi alış verişi yaptığımız bir kardeşimsiniz. Size nasıl gücenirim ki. Böyle bir şeyi aklınızdan geçirmeniz bile beni üzer. Yazımın altına notlar düşerek beni fikren zenginleştiren yıllardır tanıdığım arkadaşlar da bilirler ki, hayatı ve düşünceyi sorguladığım arkadaşlarımın, kardeşlerimin kişilik haklarına ve düşüncelerine saygı gösterdiğim gibi, açıkladıkları düşüncelerindeki kendime göre yanlış gördüğüm yönleri de sorgularken, dilimin kırıcı olmamasına, özen gösteririm. Onun için müsterih ol ve düşüncelerimin yanlışlarını bul ve ortaya koy- ki, yanlışlarımın yerine doğruları koyarak fikren zenginleşeyim, zenginleşelim.

Düşünce ve ifade özgürlüğünün temel meselelerinden biri ve en önemlisi de, bu değil mi? Buna neden olan 141-142-163’üncü ve buna dair düşünce ve ifade hürriyetini yasaklı hale getiren maddeler yüzünden, yıllar süren bir süreç içerisinde, bizler fikren ve siyaseten fakirleşmedik -mi? Ülkemizde yıllarca doğal bal yapacak arılarımızın ballarından bizi mahrum eden bu zihniyet, bu yanlış anlayış ve yaklaşımlar değil miydi?

Ali Tura kardeşimizin de vurgulamak istediği gibi, felsefe bir bilim olarak, aklın sorgulanmasının temel bir disiplini olduğu gibi, aynı zamanda bir mihenk taşıdır da. Bizi düşünce ortaklığına götürmeyen nedenlerden birinin, hem de önemli nedenlerinden birinin, şeyleri sorgulayacak felsefe disiplinine yeterince önem vermediğimizden kaynaklandığını ayrıca söylemek ve belirtmek istiyorum.

Bir diğer neden ise; zihnimizde oluşan kavramları, zihnimize dışarıdan soyut ve somut veriler olarak alıp yerleştirdiğimiz algıları, zaman ve mekân bağlantısını göz ardı ederek, zihnimizdeki raflara kendi bağlamları içerisinde yerli yerine oturtmadığımız ve-veya yerleştirmediğimiz için, zihnimize kavram olarak yerleşen bu algılar, tekrar dışarıya soyut kavramlar olarak gelişi güzel çıktığından, bunlar aramızda kavram kargaşası yaratıyor. Birçok konularda görüş birliğine varacağımız halde, bu nedenlerden dolayı aramızda anlam birliği, ‘düşünce ortaklığı’ yaratamıyoruz. Ve bunun doğal sonucu olarak, hayatımızı düzenleyecek temel meselelerde düşüncelerimizi somut maddi güce dönüştüremiyoruz.

Tarihin derinliklerine indiğimizde; Dinlerin- inançların, zaman ve mekân içerisinde hayat bulup yeşerdiği yerler, hep bu düşünce ve inanç ortaklığının bulunduğu yerlerde gür bir ses olarak etrafını aydınlattığı görülmüş ve gelişmeler buralarda yer bulmuştur.

Yine toplumların bağımsızlıklarının zora, dara düştüğü günlerinde, kurtuluşlarına gidecek yolun, ideallerini gerçekleştirecekleri fikirleri n, o toplum içerisinde ortaklaştırılıp maddi güce dönüşmesi sayesinde gerçekleştirildiğini, kurtuluş savaşı verdiğimiz günlerde, Anadolu da düşünce ortaklığına yol açan ‘Amasya Tamimi’ ile başlayan, Anadolu’da gerçekleştirilen bir dizi ‘kongrelerin’ hikâyesini yazan tarih kitapları bizlere bunları anlatmıyor-mu?

Özetle; toplumların önlerinde büyük sorun olarak görülen meselelerin, yine o toplumun insanlarının düşüncelerini ortaklaştıracak bir bakıştan, bir felsefeden geçtiğini de ayrıca ifade etmek istiyorum.

Değerli Doğan Kapkıner kardeşim; Bana sorup düşüncemi öğrenmek istediğiniz devlet, erk egemenlik, anayasa meselelerine gelince, İşte bu ‘kavramlar’ konusunda söyleyeceğim meselelerin, bu bakış tarzımın yeni olmadığını, yılların içerisinden süzülerek geldiğini, burada belirtmek isterim. Bunun aynı zamanda yalnız kafamın içerisinde gezinen, dolaştırdığım bir zihinsel mesele olarak da görmediğimi-kalmadığını, yeniden bu kavramların oluşma sürecini anlatmak- yazmak yerine, yazdığım köşe yazılarımdan özetle buraya birkaç not düşmek istiyorum. Bunları buraya not düşerken yanlışlarım yok diyemiyorum. Yanlışlarımı düzeltmenizi de sizlerden ve değerli okuyucularımdan ayrıca bekliyorum.

Öyle ya; ‘’Devlet ve devletin omurgası olan Anayasa’’ nedir? Ne anlama geliyor? Bu kavramlar yalnız günümüzün sorunu mudur? Çözümü için çareleri bugüne mi mahsustur? Tarih içerisinde M.Ö ve M.S’ı filozof, bilim insanı, yazar-çizer, siyasetçi, adlarının önlerine hangi sıfatı yerleştirirseniz yerleştirin, her görüşten (liberal-Marksist-demokrat- sosyal demokrat) insanlar bu konuda sayfalar dolusu yazılar yazmışlardır. Fazla lafı sözü uzatmadan geçmiş yazılarımdan bir iki notu buraya düşeyim.

8 Şubat 2000 yılında yazdığım ‘Toplumsal sözleşmenin koşullarını Birlikte yaratmak durumundayız’ başlıklı köşe yazımdan işte sizlere kısa bir alıntı:

‘‘Siyasal ve kültürel çoğulculuk önümüzdeki yüzyılın en baskın özelliği olacak. Kavgasız, barış içerisinde bu anlayışı yaratan ve yaşatan ülkeler, geleceğin süper ülkeleri arasında yerlerini alacaklardır. Bunun koşullarını ve yollarını şimdiden bulmak ve yaratmak zorundayız. Bu o kadar zor olmasa gerek. Yeter ki bunu birlikte yapabileceğimize bir kez olsun inanalım ve birbirimize güvenelim. Her birimiz diğerimizi öteki ilan etmeden, birlikte yaşamak için başka bir Türkiye’miz ve Malatya’mızın olmadığını bilmek ve görmek zorundayız. Siyasi Erk’i nerede olursa olsun diğerlerimiz ve öteki saydıklarımızın kafasını kırmak veya hizaya getirmek için ele geçirme anlayışlarının yerine, kendini öteki hissedenlere de nasıl hizmet verebilirim anlayışını başa almak ve bu yöndeki zihin değişikliklerimizin hazırlığını yeni bir yılın başlangıcında önümüze koymalıyız diye düşünüyorum. Elbette ki bunlar sözle vaatle olacak şeyler değil. Söz ve vaat devri dünde kaldı. Önümüzdeki yüzyılın güven ortamının arkasında toplumsal sözleşmenin kurallarını birlikte hazırlamaktan geçtiğini görmemiz gerekiyor. Öyleyse kuralların anası olan Anayasamızı yeniden toplum olarak konuşup tartışarak, onun her birimiz için ne ifade ettiğini birlikte tarif etmek ve yazmak durumundayız. Bunu başarabildiğimiz veya buna ulaşmanın yollarını ve koşullarını yaratabildiğimiz ölçüde, belki de 2004 yılından önce insanlık âleminin ortak değerlerini yaratan ülkelerin arasında saygın yerimizi alacağız. 8 Şubat 2000 Malatya Yorum Gazetesi’’

Bunları yazdığım yıllarda Ak Parti mi vardı? O günün siyasi partileri ve aydınları hiç olmazsa bu fukara köşe yazarı Asım Demirkök olarak, 27 Mayısların, 12 Eylüllerin ceberut zihniyetlerini anlayışlarını yazılarına taşıyıp yazıp mücadele verirken neredeydiler? Elbette o günlerde bu konuda mücadele vermeyenler yok diyemem. Sözüm onlara değil. Tarihe tanıklık budur. Geçmiş köşe yazılarımla gelip bunları ortaya döküyorum. Ortaya koyuyorum. İşte ben buyum diye. Değerli kardeşlerim daha çok yazılarım var ortaya dökülecek. Hem de 1970 yıllara ait. Bugün yeri değil. Günü geldiğinde onlarda ortaya dökülme zamanını bekliyorlar. Şimdi bir başka köşe yazımdan kısa bir alıntı;

27 Ağustos 2003 ‘Değişim nereden başlamalı ?’ başlıklı köşe yazımdan:

‘’ Herkes bulunduğu yerden ve konumdan konuşuyor da, konuşuyor… Devleti, ülkeyi yönetenleri aklına ne geliyorsa onu eleştiriyor da eleştiriyor. Sonuçta herkes haksız ve suçlu, bir tek kendisi doğru ve tertemiz. Bu konuda İncil’de yazılı ünlü bir anekdottur: Zina yaparken yakalanan bir kadın İsa’nın huzuruna getirilir ve onun taşlanarak öldürülmesi talep edilir. İsa bunun üzerine şöyle der: ‘Aranızda günahsız olan, ona ilk taşı atsın!’ Bunun üzerine hiç kimse kadını yargılayamaz ve İsa da kadını affederek gönderir.(8. Bölüm, Zinada yakalanan kadın, Yuhanna İncili.)

İnsanların doğrulukları ile inançları aynı yönde ilerler. Eğer doğruluklarında herhangi bir sorun varsa, yaşıyorsa, ister Müslüman, ister Hıristiyan, ya da farklı inançlarda olsun, inançlarında mutlaka sapma yaşayacaktır. Böyle insanların inandıkları konuların gösterişten, yapmacıktan ibaret olduğu eninde sonunda görülecektir. Eğer Türkiye'de bir şeyleri beğenmiyor ve değişmesini istiyorsak, hem en kolay, hem de en zor olanından işe başlayarak yürümemiz gerekir diye düşünüyorum. Değişimi önce kendimizden başlatmalıyız... Yoksa asla...

‘’27 Ağustos 2003 Malatya Güneş Gazetesi

Bu konularda yazmaya devam edeceğim.