Kavramlar Kafamızdaki Yerini Almayınca (2)

Doğan Kapkıner kardeşim, devlet, anayasa, egemenlik, erk meselelerine gelince:

Bu konuda yine ‘AKP ve Kamu Yönetimi Tasarısı’ başlıklı köşe yazılarımın 1 ve 2.nci sayfalarından kısa alıntılar yaparak söz etmek istiyorum.

19 Kasım 2003 günü Malatya Güneş Gazetesinde yayınlanan AKP ve Kamu Yönetimi Tasarısı köşe yazımın1. Sayfasından;

‘’ Korku; sen varsın ya sen, nelere kadir değilsin. Bizlere çocukken, korku ile düşünmeyi öğretmişler. Öcü geliyor diye. Bu nedenle; ne kadar büyürsek büyüyelim, ne kadar, okursak okuyalım; memur, öğretmen, doktor, profesör de olsak, olayı ve olguları kelimelerin içerisine bilimsellik, sebep-sonuç ilişkileri kavramlarını da sokuşturursak sokuşturalım, son tahlilde olay ve olguları yorumlamamızda farkında olarak veya olmayarak korkularımızla baktığımızı göremiyoruz. Belki ‘aydın!’ olarak tanımladığımız insanlarla bire bir konuştuğumuzda, kendim dâhil; daha nesnel, daha objektif bakabiliyoruz. Toplum önüne çıktığımızda ya da kendi mahallemizde genellikle hemen bir sapma yavaş yavaş belirir. Ve son tahlilde bize dayatılan korku çemberi içerisinde düşünmeye ve yorumlamaya çalışırız. Alın size AKP'yi. AKP üzerinden topluma öyle bir korku salındı ki; AKP’nin el attığı her konuya objektif olarak bakamaz olduk. Yıllar yılı toplumun üzerine bir baskı sonucu getirilmiş ve çöreklenmiş olan yasaları dahi, demokratik yollardan nasıl çözeceğimize doğru dürüst bakamıyor; değiştirmezük ve istemezük diye bağırarak korkularımızdan kurtulmaya çalışıyoruz. Daha açıkçası; AKP’yi korkularımız nedeniyle zihnimizde somutlaştıramıyoruz. Bu nedenle toplumun önündeki sorunların çözümüne sağlıklı bakmayı elden kaçırıyoruz. Dün Demokrat Parti’yi, sonra Adalet Parti’sini, Doğruyol’u derken Anavatan ve bu partilerin iktidar oldukları dönemleri gözlerinizin önüne bir getiriverelim. Yani, kısaca son elli yılımıza dönüp bir bakalım. Yaşamımızın büyük bir bölümüne korku salınarak yönetildik. Bir gece ansızın bu ülkeye komünizm gelecek diye, ne ömürler törpülendi. Deniz Gezmiş, üç-beş arkadaşı ile kentlerden, Sinan Cemgil ise, sekiz-on arkadaşıyla Nurhak dağlarından başlayarak bu ülkeyi kuşatarak, devrim yapacaklarına inandırıldık. Daha sonra Alevi-Sünni, Kürt-Türk, Komünist- Faşist çatışması yüreklerimize çakılmadı mı? Bu dönem içerisinde kaç askeri darbe ve uyarılarını gördük, yaşadık. Bu arada aydınların, düşünürlerin hapislerde çürütüldüğü, yüzbinlerce insanımızın işkenceden geçtiği, milyonlarca insanımızın fişlendiği, bilim adamlarının üniversitelerden çıkarıldığı - dışlandığı ne çabuk unutuldu? Elli yıl boyunca komünizme karşı, dünyayı koruma sevdasıyla bu ülkede "BİR YEŞİL KUŞAK" gözlerimizin içine baka baka oluşturulmadı mı? Buradan bir çıkış yok mu? Elbette var. Ben hiçbir zaman umudunu tüketmiş bir insan olmadım, olmam da. Eğer bizim geçmişimizde emperyalizmin dünyayı paylaşım sürecinde, akılla-bilimle o dönemin dünyasını nasıl tahlil ederek, güçler dengesini lehimize kullanarak çıktıysak, bugün bu niye olmasın. Bunun yolu içimizden geçiyor. Dışarıdan birilerinin yönlendirmesinden değil. Bu birincisi. Kendimize güven ve başaracağımıza inanç, temel koşul. İkincisi; halkına güven duyma ve inanma. Mustafa Kemal dışarıya değil; içeriye, Anadolu’ya yöneldi. Amasya Tamiminden başlayarak, Sivas - Erzurum kongrelerinden, Büyük Millet Meclisi'ne yönelmişse; yani, egemenliğin kayıtsız koşulsuz halkta olduğu inancını hem kendi, hem de çevresine inandırmışsa, başarısının ikinci temel koşulu bu olmuştur diye, düşünüyorum. Yani, Ulusal Kurtuluş Savaşımızın kazanılmasında bu iki temel unsurun yer aldığını görüyorum.

Sözün özüne gelince: AKP'ye biraz daha yakından bakalım. 2002 seçim sonuçlarının tüm oyların dağılımına baktığımızda 25'le hükümet olmuş bir parti. Geçmişte kendini sağda ve muhafazakâr ilan eden partilere ve yöneticilerine kısaca bir göz atalım. Demirel, Özal, Yılmaz ve Çiller'e. Tayip Erdoğan ve partisi yukarıda saydığımız liderlerden ve partilerden farklı bir şey mi söylüyor, ya da yapıyor? Onların da Amerika "stratejik ortakları" idi, Erdoğan'ın da. Gümrük Birliği ile birlikte Avrupa Birliği’ne girmek onların da hayali idi, Erdoğan’ın da. Kemal Derviş'in içinde yer aldığı büyük ölçüde yönlendirdiği IMF programlarını; Ecevit, Yılmaz, Bahçeli'nin de yer aldığı hükümet uygulamaya koyup; sivil toplum kuruluşları diye adlandırdığımız işadamlarının örgütleri ve kendileri savunmadı mı? Hatta ben onlardan daha Amerika’ya ve IMF’ye sadığım diye, bu ülkenin bacısı olduğunu iddia eden Çiller, bar bar partisiyle birlikte bağırmadı mı? Partisinin içinden tek bir çatlak ses çıkmadan. O Doğruyol Partisi ki; çeşitli adlarla bu ülkenin son elli yılına damgasını vurmadı mı? Korkularımızdan arınmadığımız sürece; bilim adamı, sade bir vatandaş da olsak, ne kendimize ilişkin sorunlarımıza, ne içinde bulunduğumuz kurumların sorunlarına, ne de ülkemizin temel sorunlarına sağlıklı bakma ve çözüm üretme şansına sahip oluruz.

Bugün ülkemizde; YÖK Yasası, Kamu Yönetimi Yasası, Yerel Yönetim Yasası gibi temel yasaların; ayrıca tartışmaya açılmayan ve açılması zorunlu olan seçim ve siyasi partiler yasalarının değişimi gündeme gelmişse, bu bir tek şeyi işaret etmeli diye düşünüyorum. 12 Eylül ürünü ve 5 generalin son sözünü söylediği ve onların zihniyetinin oluşturduğu ve onaylattığı "anayasanın" değişiminin gündeme taşınması. Evirip çevirmeden kendine aydınım diyen ve aydınlar topluluğunu içinde barındıran ve topluma yol gösterme haritası çizmekle sorumlu olan üniversitelerimiz ve onların üst kurulu "YÖK" ne güne duruyor? Siyasi partilerimiz; en sağından en soluna kadar, halkın sorunlarına çözüm üretmekle sorumlu olup da bugüne kadar çözüm üretmeyip laf üretenler, sorunlarımızın temel kaynağının demokratik bir anayasanın olmayışından kaynaklandığını halen görmeyecek miyiz?Eğer, gündeme "DEMOKRATİK BİR ANAYASAYI VE BUNUN TARTIŞMA YÖNTEMİNİ" getiremezsek; sahte gündemlerle hem AKP, hem de onun yerini alacak partiler ve oluşumlar kamuoyunu daha çok, ama çok… Uyutmaya devam edeceklerdir. Terör ve yoksulluk da artarak sürmeye devam edecektir.’’

Bu alıntılar; 19 Kasım 2003 yılında Güneş Gazetesinde çıkan köşe yazılarımdan özet alıntılar. O günün sayfalarını tarayın bakın siyasi partilerinden, aydınlarına varıncaya kadar, Devletin omurgası olan Anayasanın değişmesi konusunda ciddi olarak 12 Eylül Anayasasının değişmesinin peşine kim veya kimler düşmüş? Şimdi bunu sorma hakkımı ben kullanmayayım da kim kullansın? Somut verilerle elimizi vicdanımıza koyup öyle konuşalım. O yazımın içinde bir şeyin altını daha önemle çizmiştim o günlerde. Yerim daraldı. Sözü daha uzatma; kısa yaz ki kolay okunsun diyen arkadaşlarım da var. Onu da ben beceremiyorum. Yukarıda alıntıladığım köşe yazımdan kısa bir alıntı daha.

"Atina Site Devletleri'nden" başlayarak "DEVLETİN" işlevini anlatmamız çok kolay olmayacak. Biliyorum kafası karışık olanların kafası biraz daha karışacak. Devlet; canlı bir organizma gibidir. Her canlı gibi doğar, gelişir, büyür. Sonunda değişir ve dönüşür. Doğal gelişme koşulları içerisinde kendini yenileyip, değiştirip, dönüştüremeyenleri; değiştirip dönüştürürler. (Irak, Suriye, Mısır, Libya’ya dönüp bir bakalım.) Şimdi ne durumdalar?

Devletin kapladığı sınırlar içerisinde, devletioluşturan her kimlik ve inançtan insan toplulukları (halklar) vardır. Bu insan toplulukları her tarihi süreçte, egemenlik ve bağımsızlık anlamında, yeniden örgütlenir ve adlanır. İşte bu siyasal anlamda örgütlü topluluğun gücünü elinde bulunduran ‘ERK’e, DEVLET diyoruz. Bu devletin temel kurumları vardır. Yasama, Yürütme ve Yargı. Devlet bu kurumlar eliyle yönetilir. Tüm kurumlarda olduğu gibi, bu kurumların da işleyişi daha açık bir ifade ile söyleyecek olursak, bu kurumlar içinde yer alacak gerek yönetici ya da toplumun işlerini görecek insanlarınhareket tarzı kurallara bağlanır. Bu kuralların belirlenmesi sürecinde temel rolü kim oynuyor ona bakılır. Halkın serbest özgür iradeleri ile yer aldığı seçimler alıyorsa, yeniden seçimler yapılıncaya kadar bu iradenin işlerine zorla engel olunmuyorsa, olunursa; ‘devlet’ organları yasalar içeinde bunu engeller.

Devletin sınırları içerisinde insanlar varsa; bu insanların yaşamlarını sürdürmeleri için üretimlerini gerçekleştirmeleri zorunlu hale gelir. Her üretim sonucunda üretilen her mal ve hizmetlerin bu insanlar arasında adil, vicdanlı, ahlaki bir bölüşüm gerekmektedir.

Elbette bu üretim - değişim sürecinde; insanla- insan, toplumun kendi devletiyle ve devletlerin devletlerle arasında kuralların belirlenmesi gerekmektedir. İşte bu temel hukuk kurallarını belirleyen temel yasaya "ANAYASA" diyoruz.

Demek ki anayasa; bir yandan "devletin" örgütlenme yapısını belirlerken, bir yandan da bireyle ve toplumla arasındaki ilişkileri düzenleyen kuralları ( temel yasaları) belirliyor. Ve diyor ki; bireyle, toplumla ve diğer devletlerle kuracağın ilişkiler, çıkaracağın yasalar bu temel yasaya yani: Anayasa’ya aykırı olmayacaktır. Hukuk devletinin olduğu her yerde, çıkarılan yasalar Anayasa’ya aykırı olamaz. Anayasa’ya aykırı çıkarılan her yasa, Anayasa’dan geri dönmek zorundadır.

Sözün özüne gelince; Kamu Yönetimi, YÖK, Yerel Yönetim Seçim ve Siyasi Partiler gibi toplumun gelişimini engelleyen yasalar, bir an önce elbette değiştirilmelidir. Ama ondan önce de; anayasa demokratik bir oluşum içerisinde değiştirilmelidir ki, yukarıdaki yasalar toplumun beklentileri ve çağı kucaklayacak şekilde biçimlendirebilsin.

Bugün dünyada tüm "üretim güçleri" büyük bir değişim ve dönüşüm içerisindedir. Bizde de bunun yansımaları gözükmekte; üretim güçlerinin değişmesi toplumu alt üst etmektedir. Hızlı bir değişim ve dönüşüm yaşamaktayız. Bu çalkantıların bir nedeni de sakın bu olmasın?

Öyleyse tüm üretim ilişkilerini kapsayan; yani insanla insan, insanla devlet, toplumla devlet ve devletin diğer devletlerle ilişkilerini belirleyen laik, demokrat, sosyal hukuk devletinin çerçevesini çizen demokratik bir Anayasa’yı öncelikle tartışmaya açalım.’’

Bunu ne zaman demişim. 24 Kasım 2003 Malatya Güneş Gazetesindeki köşe yazımda.

Şimdi tarihe tanıklık etmek için; benim eski mahallemden ve yeni oluşan mahallerden gelen ve farklı düşünen arkadaşlarımın, dostlarımın tepkisini üzerime alacağımı bilsem de, her zaman olduğu gibi düşüncemde oluşan fikirlerimi tek başıma kalsam da söylemeden edemem.

O günden bu güne kadar ciddi olarak Ak Parti dışında gurubu olan partilerin dışında hangi siyasi parti ‘Anayasa Taslağını’, duvarlarında ‘Egemenliğin Kayıtsız Şartsız Milletindir’ yazılı olduğu, Türkiye Büyük Millet Meclisine sunmuştur. Ya da yazılı metin olarak halka önermiştir. Bırakınız sunmayı getirilenleri de istemezük diye geri çevirmediler mi? Hangi birine karşı değişik önerileri ile görüş sundular. Elimizi vicdanımıza koyarak bu sorunlarımıza, birbirimizi saygı, hoşgörü ve bu toplumun barışı ve kardeşliği içerisinde cevap arayalım. Daha nice yıllara hukuk normlarının yerini aldığısevgili vatanımızda birlikte yaşamamız dileğiyle.Her türlü eleştirilerinizin benim düşüncelerime zenginlik katacağını da ayrıca söylemek istiyorum. Kalın sağlıcakla.