“Kelebek Düşleri”

Birkaç ay önce, can dostum Yücel DOĞANŞAHİN’in anısına çıkarmış olduğum “Can’ım Tenimden Ayrıldı” adlı kitabım hakkında “İnsan kendini bulduğu kalbe bağlanır…” başlığıyla yorumlarını yazarak yollamış ve bu köşede yer verdiğim değerli eğitimci Kevser İpek DEMİRTAŞ bu defa da “Bu Hayatta Ben de VARIM” adlı kitabımı okuduktan sonra duygu ve düşüncelerini “Kelebek Düşleri” başlığı ile yazarak yolladı.

Zaman ayırıp kitaplarımı okuduktan sonra duygu ve düşüncelerini “Ben öğrenciyken Ali Haydar KOYUN’un sokaklarda bütün sokaklar onunmuş gibi bir başbakan edasıyla yürüdüğünü duyumsardım. Yakışıyordu. Vallahi... Neden olmasın.” sözleriyle samimi bir şekilde tüm içtenliğiyle yazıya dökerek yollaması beni çok mutlu etti.

İnsan onuruna yaraşır engelsiz bir dünya, bir Türkiye ve bir Malatya’da engelsizce bir hayat yaşamak amacıyla Türkiye Sakatlar Derneği Malatya Şubesi çatısı altında örgütlü olarak vermiş olduğumuz haklı ve onurlu yaşam mücadelesi döneminde üniversitede öğrencilik yaptığını öğrenmiş olduğum Kevser İpek Hanıma duygularını kaleminin imbiğinden geçirip kelime olarak can vererek yolladığı için kendisine teşekkür ediyor, sevgiyle ve dostça selamlıyorum. 

“Kelebek Düşleri”

“Kaplumbağalar da Uçar” filminde “Beni ağlatmayın çünkü gözyaşlarımı silecek ellerim bile yok” diyordu. Bir keder nasıl anlatılırın cümlesi kabilinde olan bu sözle okudum engelli engelsiz herkesin sesi olan aktivist yazar Ali Haydar KOYUN’un, “Bu Hayatta Ben ‘DE’ Varım” kitabını. Okurken kâh ağladım, kâh güldüm. Ama en çok tehlikeli ve çileli bir iş olan düşünme eyleminde bulundum. Düşüncenin ulaşabileceği son nokta olan hayret duygusuyla kitabın başlığındaki “DE” bağlacına takıldım. Ben “DE” varım diyordu.

Evet, O var, hem de yeryüzünün kandili olarak var, herkese umut, merak ve ilham kaynağı olarak var, hayatın imbiğinden geçmiş, acısıyla güzelleşmiş olarak var. O ki olmayanların nedenlerinden ağıt yakmaktansa nasıl olur diye besteler yapan bir yaşam sanatçısı, inancının gücünü niyetinin saflığından beslenen bir yorulmaz savaşçı. Bana ne demeyen biz olabilmek için birlikte yaşadığı insanların derdini dert, neşesini neşe edinmiş koca yürekli bir insan,

Evet, O var,  peki o "De" bağlacını yerinde ağır olan taş gibi değil de düşerken ağır olan bir taş gibi neden koymuş oraya? Bir balyozla ruhumuzu çiviyle mıhlıyor, kaskatı kalıyoruz, ölü soğukluğunu vermek istiyor onunla.

Şair Sezai KARAKOÇ’un “Bu dünyada olup bitenlerin olup bitmemiş olması için ne yapıyorsunuz” diye hesap sorması gibi, o da anlamını anlam haritasından koparmadan hesap soruyor herkesten. Mekânsızlığın boşluğunu hepimize tattırmak istiyor. Ali Haydar KOYUN bir hayal elçisi, yazdığı çizdiği her şeyden mutlaka bir ses çıkarıyor cılız, duygusal ve seyrek cümlelerle değil, dolu dolu anlamlı bazen bir tokat gibi gerçekleri önümüze sere sere.

İnsanoğlunun gördüğünden yoksun kalmanın acısına dayanamayacağını unutmamak lazım. Azalmak insanı hiç sahip olmamaktan çok daha derin yaralar. İnsan kaybettiği her şey için çok büyük acı çeker. İzahı olmayan her şey bir hançer gibi kınında paslanıyor. Bunu bir engelliler bilir bir de engeli bilen...

Ama ya izahı olanları nereye yerleştireceğiz, işte Ali Haydar KOYUN’da onun mizahını da yapıyor kitabında. Ama Ali Haydar KOYUN sözünü direkt muhatabına söylüyor, hem de dupduru bir kalple, fiziksel engelini psikolojik engele hiç dönüştürmüyor. Önce örgütlü mücadelesini veriyor, öncülüğünü yaparak açmış olduğu dernek genel kurul kararıyla kapatılınca bireysel olarak mücadelesine devam ediyor. Şuan kalemiyle sosyal medya mecraları ve yerel bir gazetede ve internet haber sitelerinde engelli sorunları olmak üzere toplumsal konularda köşe yazarlığı yapıyor.

Kitabında altını çiziyorum yüreğime dokunan yerlerin...

Ali Haydar KOYUN’un yorgun bir günün ardından sivil olarak uyuyup rüyasında mümkün olabilecek bir hayalin gerçek olduğunu görmesi, o günü Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı olarak geçirip ve rüyasında tekrar yorulup uykuya dalınca sivil olarak uyanması çok tatlı geldi bana. Zira ben öğrenciyken Ali Haydar KOYUN’un sokaklarda bütün sokaklar onunmuş gibi bir başbakan edasıyla yürüdüğünü duyumsardım. Yakışıyordu. Vallahi... Neden olmasın.

Beni etkileyen diğer olay ise kadın olmam hasebiyle Yücel Hanımın düğüne gitme anısı...

Yücel Hanım da yaşamı seyretmek değil yaşama katılmak isteyen biri olduğu için davet edildiği düğüne gitmeyi murat etti. Başına gelecekleri bilmeden bütün kadınlar gibi heyecanla süslenip gittiği düğün yerinden yorgun düşleri ve kırgın hevesiyle gerisin geri eve dönmek zorunda kalması kalemimi ağlattı. Gülüyor tabi bu duruma ama bilene bir ağıt gibi oturur bu kadının gamzesiz gülmesi. O duyguyu da ancak bilen bilir. Artık nasıl bir gülmek olduğunu tahmin edilebiliyordur umarım.

*Devam edecek