Bizde bir laf vardır. Kuş yavruları yuvadan uçmadan önce anaları onlara, dallar arasında sinmeyi öğretirlermiş. Dalalar arasında sinmeyi öğrenmeden önce uçarlarsa, yere düşer kafalarını taşa çarpar, bir daha uçacak halleri kalmazmış.

Akıllarınca bana söz taşımaya çalışıyorlar. Bakın bugün değil, yıllar önce ‘’Çerçeveye Sığmayanlar’’ kitabıma aldığım ve Güneş Medya Gurubunun çıkardığı, 16 Nisan 2004 tarihli Gerçek Gazetesinde, Kim Sol- Ya da sol nedir? Başlık altında bir köşe yazım yayınlanmıştı. Bana söz yetiştirmeye çalışan, bugünün sinmeden uçmaya çalışan solcuları! İçin, ben o gün neler yazıp, söylemişim. O gün, bu gün, onlar yine sinmeyi öğrenmeden başlarını taştan taşa çarpıp duruyorlar. Ben yine aynı Asım’ım. İnsanlığın insanlığına karınca kaderince, elimden geldiğince su taşımaya çalışıyorum. Onlar o gün olduğu gibi, bugün de, kendi mahallelerinde birbirlerine laf, söz taşıyorlar. O günde yazıp, çizmeden mahallerinde laf, söz taşıyorlardı. Bugün olduğu gibi. O günde yazdığım bu yazıma, o yazılarıma bir söz, bir satır laf edebilmişler mi? Yazı yazabilmişler mi? Bir belge, bir cevap göstersinler şapka çıkaracağım. Bunlar tarihide tarihlerin ide bilmiyorlar. Sol mahalleden gelen İdris Küçükömer hoca 1960’ların sonlarında ‘Türkiye’nin sağı sol, sol’u sağ dediği için kendi mahallesinden kendisine etmediklerini bırakmamışlardı. Tarih İdris Küçükömer Hocayı haklı çıkardı. 12 yıl önce ‘Kim sol, ya da sol nedir? Sorusunu sorduğumdan beri, kendilerini solda zannedenlerin söylemlerine bakın tarihin ilerisine mi bakıyorlar, yoksa gerisine mi düşmüşler? Bunların düşünceye, düşünceyle, fikre, fikirlere cevap verecek cesaretleri olmadığı için, insanların kimliği, kişiliği, inancına kolaylıkla saldırabiliyorlar.

Anam rahmetli 1940’lı yılların ortasında, daha küçük yaşta, ‘oğlum Asım sen sen ol, haya damarın çatlamasın’ derdi. O gün bugün haya damarımın çatlamamasına elimden geldiğince özen göstermeye çalışıyorum. Dualarımın başında da, Allah’ım beni haya damarı yırtılmış kullarından eyleme. Bunlardan da, beni uzak tut, derim.

İşte 16 Nisan 2004 tarihli gerçek gazetesinde yayımlanmış köşe yazım. Noktasına, virgülüne dokunmadan

‘’Kim sol-Ya da sol nedir?

Bana göre bu topraklarda ‘sol kendini sorguluyor’ söyleminde önce, ‘kim sol, ya da sol nedir?’ sorgulanmalı diye düşünüyorum.

Çünkü biz hala kavramlar üzerinden konuşmuyor, kavramların anlamını içselleştiremiyor ve tarihsel süreç içerisinde kavramların değişmesine denk düşen, dünyayı ve ülkemizi yeniden yeniden yorumlamaya yardımcı olacak düşünce ( ideolojimizi ) oluşturup, zenginleştiremiyoruz.

Bu nedenle, eski kavramlarla oluşturduğumuz düşünce dünyamızla, küresel dünyanın gelişmelerine ve bunun doğal sonucu olarak ülkemizdeki gelişmelere açıklık getirmeye çalışıyoruz. Gelişmelere denk düşen yeni bir anlayışın düşünce dünyamıza girmesinden korkuyoruz. Sol veya sosyal demokrat diye farz ettiğimiz görüşlerimizin elimizden uçup gideceğini zannediyoruz. Oysa olmayan bir şeyin elimizden gitmemesi için olanca gücümüzle eski düşüncemize sıkı sıkı sarılıyoruz. Daha açık bir ifade ile dünya görüşümüzün- ideolojimizin - değişmesinden korkuyoruz. Var olmayan bir şeyin neyinden korkulur ki? Buna da bir türlü anlam veremiyorum. Dünya görüşümüzü değiştirmeyince ‘muhafazakârlaşıyoruz.’ Çevremizi saran olay ve olgular değişiyor. Bunu anlamaya, anlamlandırmaya ve yeniden yorumlamaya tarih bilincimiz yetmeyince, ‘tutuculaşıyoruz.’

Birinci tespitim; ülkemizde solcuların ve sosyal demokratların büyük bir bölümü hem örgütleri, hem de kendileri olarak sol ya da sosyal demokrat değiller. Kendilerini öyle zannediyorlar, öyle adlandırıyorlar.

Bu neden böyle oluyor?

Tarih bize savaşların ve liderlerin tarihi olarak öğretildi. Bu nedenle tarihi savaşların ve liderlerin tarihi olarak okuyoruz. Okumamız yanlış olunca, bunun üzerine inşa ettiğimiz her düşünce bir süre sonra ‘tarih’ oluyor. Bizde, sol ve sosyal demokrat üzerinde üretilen her söylem, bir süre sonra ‘tarih’ oluyor. Biz nerede kalmıştık sorusuna, dönüp dönüp tekrar düşüyoruz. Bu nedenle; yığınla sol ve sosyal demokrasi üzerine üretilen ‘ideoloji’ ve ‘tezler’ bir süre ortalıkta uçuşmaya devam ediyor. Dün olduğu gibi, yine ortaklıkta uçuşan bu söylemler, kısa bir süre sonra ‘tarih’ olacak.

İkinci tespitim; ‘üretim biçimi’ ve bunu şekillendiren ‘üretim güçleri’ ile ‘üretim ilişkileri’ arasındaki bağlantıyı, buna denk düşen kavramlarla; dünyadaki, ülkemizdeki ve yereldeki olay ve olgulara açıklık getirmeye en azından kafa yormaya yatkın değiliz. Çaba da göstermiyoruz. Bilgiyi, aklımıza rehber edinmiyoruz. Aklımızı kullanmıyor, olay ve olgulara analitik bir gözlem getirmiyor, ‘düz bakıyoruz.’

Bilinen bir gerçeği yinelemekte sakınca görmüyorum.

Tarihi insanlar yapar. İnsanlar olmasaydı, biz tarihi okuyamazdık. Tarihi insanlar yaptığına göre, insanların tarihini iyi okumalıyız ki; solun, sosyal demokrasinin kim ve ne olduğunu doğru kavrayabilelim. Buna göre de, sol'un ana işlevinin tarihi insanlar yararına, insanlarla birlikte değiştirip dönüştürmek olduğunu anlayabilelim. Bizim ‘sol'umuzun’ hangi kaynaktan beslenmesi gerçeğini görerek, ona göre çözümler üretebilelim.

Genel anlamda ‘sol,’ bize ait bir kavram değil. Geliştiği, anlamlandırıldığı ve adlandırıldığı ülkeler, yüzümüzü döndüğümüz, hep koşar adım koşmaya çalıştığımız, kapitalizmin boy verdiği ve başlangıç sürecinden başlayarak ( 1789 Fransız İhtilali ) sürekli sol’a kavram üretip, içerik kazandıran batılı ülkeler olmuştur. Biz, hep onlardan devşirdik. Halen devşirmeye devam ediyoruz. Bunlar bugüne nasıl geldi? Nasıl değişip dönüştürüyorlar? Değişip dönüşüyorlar diye kafa yorduğumuz yok. Önümüze bakıp, dikimizin doğusuna yıllarca yürüyüp gidiyoruz. Hem biz, hem de ezilenler, ezilip büzülüyoruz.

Peki, kapitalist ülkeler, nasıl kapitalist oldu? Nasıl değişip dönüştüler? Bu sorunun yanıtını da en genel anlamıyla, tarihi yapan ‘insanların tarihine’ bakarak bir yanıt bulmaya çalışalım.

Yüzyıllar öncesi köleler; köle sahiplerinin sahip olduğu ‘devleti’;

Yoksul köylüler; toprak sahiplerinin sahip olduğu ‘feodal devleti’;

İşçiler; meta üreten fabrika sahiplerinin sahip olduğu ‘kapitalist devleti’ uğraşları ve üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki karşıtların zıtlığı ve birliği içinde değişip dönüştüler. Değiştirip dönüştürdüler. Bunların sonucunda, insanlık tarihi geldiğimiz aşamada, özgürlük, eşitlik dayanışma, barış, adalet, adil paylaşım gibi önemli kazanımlar elde etti. Bu değerler insanlığın ortak malı oldu. Bununla yetinmeyip, bu temel değerleri koruyarak, geliştirip zenginleştirerek yollarına devam ediyorlar.

Bizler bu temel değerlerin hangisini günlük yaşamımızda, evde, okulda, partilerde, iş yerimizde ve devletimizde dönüşüp değişmesine veya değiştirilip dönüştürülmesine katkı sunduk. Kafa yorduk.

Uzatmaya gerek duymadan, kendini solcu ya da sosyal demokrat zanneden insanlara sormak istiyorum; hangimiz yaşamımızda ve bulunduğumuz partilerimizde ‘üretim olmadan’ yükselen değerlerin hiçbirini yaşama geçiremeyeceğimizin bilincine vardık? Farkında olduk? Ne zaman farkında olacağız?

Kendisini değiştirip dönüştüremeyenler, ne zamandan beri solcu oldu? İnsan hakları savunucusu oldu?

Önce aynayı kendine tutup, herkesin o aynada kendi gerçeğini görmesi gerekmez mi? Sol ve sosyal demokratların bu ülkede mücadelesi, insanlarla birlikte tarih yapmak değil, tarihin başına geçip oturmak istiyorlar. Güç olup, iktidar olmak istiyorlar. Kendi iktidarsızlıklarını, iktidar yapmak istiyorlar.

‘Kral Çıplak.’

Ya değişir dönüşürsün, ya da değiştirir, dönüştürürler. Birinci, ikinci, üçüncü yol. Hikâyenin hikâyesi. Gökten zembille insanları indirip, tarih yapamazsın. Bu ülkenin insanları ile tarih yaparsanız, yapacaksınız. Tarihini yapamayanların önce tarihini yaptıklarını, sonra da tarihini yazdıklarını, bunca yıl deneyimden sonra öğrenmedikçe... Bundan sonra hak (!) getire…’’

Yıllar önce yukarıda yazdığım köşe yazımı, sevgili Hemşerilerimin ve okurlarımın takdirlerine sunuyorum.