KURBAĞALAR VE DEPREM-2

"Bu çiçekleri yollayan o mis kokulu kıza da ve bunları getiren yavruma da Hatice Nineleri kurban olsun. Tanrım sizin bu güzelliğinizi bozmasın. İmam Zeynel Abidin hep yardımcınız olsun” dedi.

Ellerini havaya açtı; gökyüzüne baktı. Sessizce onlar için Tanrı’ya yalvararak duayı sürdürdüğü anlaşılıyordu.

Hava güneşliydi; ancak soğuktu; yeniden torununa döndü. ‘Yavrum havada kar kokusu var; bu soğuk fena çarpar; dikkatli ol"” diye seslendi.

Baran; kovadan dışarı çıkmak için çaba harcayan Kurbağaların yarattığı hafif su çırpıntılarının sesiyle onları hatırladı. Onlara yöneldi. İki avucunun içine alarak sudan çıkardı. Nine; ne getirdim; sana bak” dedi.

Hatice Nine; kurbağa seslerini severdi. Baharla birlikte göleklerde; çayırlarda ve derelerde biriken sularda çoğalan kurbağaların yıldızlı gecelerde oluşturdukları koru sesini oturup saatlerce dinlerdi. “O muhteşem salonlarda hazırlanan hiçbir koru; hiçbir usta dengeşör bunlar kadar ahenkli bir müzik seslendiremezler” derdi.

O bu cümlelerini kendi içinde sessizce tekrarladı. Sonra torununa gözlerini dikti ve başladı konuşmaya:

„Ne kadarda güzellermiş. Nerede buldun ve yakaladın onları; Ninesi kurban?” dedi.

O an yüzü değişmişti. Gülüyor muydu yoksa ağlayacak mıydı? Anlayamadı Baran onu. Birkaç saniye ona baktıktan sonra yanıtladı.

„İnanılmaz şey; Ninem. Renk renk binlerce kurbağa gölden çıkmışlar. Ormanlıkta ki kayalıklara gidiyorlardı. Kayalara tırmanıyorlardı. Üstelik yan yana; ardı ardına askerler gibi sıraya dizilmişler. Öylede bir çabuk yürüyorlar ki insan kendi iki gözüyle görmezse inanamaz.”

„Ninesi kurban; neden onları sürüsünden ayırdın? Yazık etmişsin.”

„Sen kurbağaları seversin. Ayrıca ben böyle renkli; pullu kurbağaya hiç rastlamamıştım. Bunları görünce sevinirsin diye düşündüm.”

Hatice Nine kurbağaları torunun elinde aldı suya bıraktı. “Bunlar su kurbağası; bunlar sudan dağa kaçıyorsa bir nedeni vardır. Yazık etmişsin sürüsünden ayırmakla.”

Baran büyük annesinin ağzından sözü kaptı:

„Koyun değiller ki sürüsü olsun; bunlar kurbağa; Ninem.”

O torununun başını okşadı. “Baran’cığım; insanların dışındaki tüm canlılar için; grup halinde yaşıyorlarsa; birlikte hareket ediyorlarsa veya bir arada bulunuyorlarsa onlara sürü denir. Koyun sürüsü denildiği gibi; at sürüsü; kurt sürüsü; tilki sürüsü; kuş sürüsü; kurbağa sürüsü; yılan sürüsü de denir.

Baran iki eliyle iki kulağını çekti ve seslice konuştu:

„Yaşa be Ninem" Senden bir şey daha öğrendim. Sen mektebe gitseydin dünyanın en yi öğretmeni olurdun” dedi.

„Haydi yavrum; koşarak git annen ile babana söyle; Bahçenin arkasına çadır kursunlar. Bende geliyorum. Ayrıca Halana telefon et. Onlarda evden uzağa bahçenin içine çadır kursunlar ve bu birkaç gün orada kalsınlar.

Ellerini çabuk tutsunlar. Sonrada bu kurbağaları aldığın yere götür bırak. Çabucak eve annen ve babanın yanına dön” dedi.

Hatice Nine bunları söylerken dudakları titremeye başlamıştı. Baran şaşırdı babaannesinin bu haline.

Sonra kendisini toparladı:

“Şaka mı yapıyorsun; Ninem? Yaşanır mı bu kış günü çadırda?”

„Yavrum; yaşamak istiyorsan gerektiğinde sıcağa da; soğuk havaya da katlanacaksın. Yaşamak için kazaya; belaya; afete karşı tedbir alacaksın. Hiçbir şeyi kadere bırakmayacaksın.”

„İyide bir neden olmalıdır? Neden bu sebepsiz telaşın?’

“Ninesi kurban olsun; ne güzel soruyor benim küçük profesörüm. Benim ki yersiz bir telaş değildir; gelebilecek olan bir afete karşi tedbirli olmaktır.”

„Ortada olan bir şey yok; bir afet haberi de yok.”

„Var yavrum; var. Ninesi kurban var. Sen demedin mi; binlerce kurbağa küçük; büyük sudan çıkmış gölden uzaklaşarak kayalıklara tırmanıyorlar?”

„Bundan ne var ki? Ninem; hayvandır; biri sersemleşmiştir sudan çıkmıştır. Öbürleri de peşlerine dizilmişlerdir.

Kaziban teyzenin oğlu Osman ‘bunlar sersemlenmiş’ dedi birkaç tanesini ayaklarıyla ezdi.”

„O çocuk hep zarar vermeyi; can acıtmayı seviyor. Canlıya zarar verenin hayatta hiç mi hiç şansı iyi gitmez. Hiç mutlu olmaz; yüzü gülmez. Bu yaşta yazık ediyor kendisine. Haydi; yavrum; haydi Ninesi kurban koş; git annen ve babana söyle ellerini çabuk tutsunlar; bir çadır kursunlar ben geliyorum. Halana da telefon etmeyi unutma" Sonrada dediğim gibi bunları götür kayalıklara bırak ve koşarak eve gel. Annen ile babana yardım etmeliyiz; çabuk davran” dedi.

Bunlar sersemleşmiş; sudan çıkmışlar. Burada bıraksam ne olur. Yok; yavrum; bak burada kovadan da sudan da çıkıp kurtulmak istiyorlar.”

“Sen bununla neyi açıklamak istiyorsun? Seni telaşlandıran; korkutan nedir? Neden başladı dudakların titremeye?”

“Hayvan dediğin bu canlılar da en az insan kadar akıllıdırlar. Onun için…”

„Ne olmuş; onun için?..”

„Bizim onlardan öğreneceğimiz çok şey var. Onlar doğada olacak afetleri çok önceden sezinlerler. İşitiyorsun şu köpek ve kedi seslerini; sabahtan beri kapanmadı ağızları. Ayrıca komşumuz arabacı Murat’ın atı da durmadan kişniyor. Şu dalların üstüne; gökyüzüne bak" Sen hiç bu kadar kuş görmüş müydün bu dallarda ve bu kadar kuş gökyüzünde bir arada?”

„Ah Ninem; ah; Sende her şeyden bir şey çıkarmaya çalışıyorsun. Hayvandır; havlar da; kişner de. Elbette atlar varsa kişner; köpek varsa havlar.”

„Bu anlatacaklarımı yaşadığın sürece hiç unutmamaya çalış; yavrum. Çeşitli hayvanlar ayni gün huysuzlaşıyorlarsa mutlaka bir doğal afet olur. Ama az zararlı olur; ama çok zarar verir. Evcil hayvanlar ağıllardan dışarıya çıkmak için çırpınıyorlarsa; köpekler binalardan uzaklaşarak havlıyorsa; kuşlar yuvalarına girmiyorsa; suda yaşayan hayvanlar sudan çıkarak kayalıklara sığınmaya çalışıyorsa bu demektir ki onlar olabilecek bir afeti sezinlediler. İnsanlar da onları örnek alarak kendi canlarını; mallarını korumak için tedbir alması gerekir.”

„Öyle olsa ninem bunca bilim adamı; bunca devlet kurumu bunları dinlemez mi; bunlardan yararlanmaz mı?”