KURBAĞALAR VE DEPREM-3

„Ninesinin küçük akıllı Profesörü. Bu saydıklarının içinde geçmişte derlenen tecrübelerden yararlananlar elbette olmuştur. Ancak bazı şeyleri de görmemişler; anlamamışlar veya görmemezlikten; anlamasızlıktan gelmişler.

Ayrıca felaketlerden; yıkımlardan; ölülerden yararlanmaya çalışanlar har zaman olmuştur ve olacaktır. Buralar kazanç için en kolay alanlar ve zamanlardır. “
Bu sözlerin ardından iki avucuyla belini tuttu. Başını dikti. Karşıda görünen Van Kalesi’ne gözleri takıldı. Vanı’ın en yüksek tepesinin üzerinde kurulu ve kerpiçten yapılmış olan bu koca kalenin geçirdiği yüz yılları düşünmeye başladı. Yaşadığı son seksen dört yılı ve atalarından onunla ilgili duyduğu masalları; anıları bir sinema şeridi gibi geçirdi gözlerinin önünde. Bu kerpiç bina o yüksek tepenin üzerinde; tüm Van kentine; çevresine; tüm inşaat mühendislerine; mimarlarına ve Kandilli Araştırma Merkezi’nde çalışan yetkililere meydan okuyan ve yeni büyük bir savaşta zaferle çıkmış bir kumandan edasıyla duruyordu sanki.
Hatice Nine; ona uzun uzun bakarken gözleri kalenin çevresinde dolaşan veya içinde çıkacak birini arıyordu sanki.
Baran’da; o an kalenin alt tarafında bulunan kayalıklara o kurbağaların ulaşıp ulaşmadıklarını ve ulaştılarsa ne kadar yükseğe tırmandıklarını düşünüyordu.
Hatice Nine ciğerlerini şişirircesine derin bir nefes aldı. Sonra onu yavaş; yavaş saldı dışarıya. Ardından yanında duran torunun saçlarına uzandı elleri; onu okşadı.
„Ninesi kurban; sende seviyorsun çayırı; çimeni; ormanlığı tepeleri. Haydi; koş; söyle annenle; babana ellerini çabuk tursunlar. Kursunlar çadırı binadan uzağa. Çıksınlar o beton ve demir yığının içinden. Yavrularımı içine yerleştirsinler. Ben de geliyorum. Bu hayvanların sızlanan sesi; bu kar kokusu hayra alamet değildir” dedi.
Bunları söylerken gene gözleri Kerpiçten yapılmış Van kalesine takılmıştı. O ara Erzincan; Bingöl; İstanbul; Sakarya; Değirmendere depremlerini anımsadı ve o günlerde Televizyon ve radyolarda yetkililerin söyledikleri şu an söyleniyormuş gibi kulaklarında çınlandı. Bunun ardından döndü; dedelerinden kalma evine baktı uzun uzadıya. On yıl önceki Van depreminde sadece sıvaları çatlamış dökülmüştü. Ama etrafında ki beton binalardan bir tanesi bile ayakta kalmamıştı. Dedesi için dualarda bulundu; kendi kendisine mırıldandı. “Dedemiz ve rahmetli çocuklarımın babası bilgin insanlardı. Dokunmadılar atalarından kalan bu binaya. ‘Atalarımızın anıları var bu kerpiç binada. Bunu bin saraya değiştirmeyiz‘ dediler.
Olacakları önceden sezerlerdi. Günümüzde koca kentte ataların birikimlerinden yararlanmasını bilen; onların anılarına saygı duyup korumak isteyen insanın sayısı bir elin beş parmağı kadar bile kalmadı” diye mırıldandı. Sonra kapıya kadar gitti duvarlara ellini sürdü.
Tekrar başladı konuşmaya; yanında biri vardı sanki:
„Büyük torunum; Şeymus’um Üniversiteyi bitirdikten sonra geldi; bu binanın iç ve dış duvarlarını çimentoyla sıvadı. Evin tabanını fayans taşıyla döşedi. Temizliği kolaylaştı. Birkaç yıl önce Seydom geldi; elimi öptü. ‘Anam; çocuklar büyüdü. Her biri bir oda ister. Çağ değişti. İzin verirsen bir Apartmana geçelim ‘ dedi. Ben sevmedim bu beton ve demir yığını binaları. Ama tek oğlan kıramadım. ‘Bir şartla; ben ölünceye kadar bu Ata yadigârı evimde ayrılmam. Siz taşının çocuklarla. Ben gündüz yanınıza varırım; geceleri gelir burada yatarım. Sabah ve akşam bahçesine al atarım; şehir yerinde sebzesiz de olunmuyor. Çocuklar sıkılınca buraya gelir ferahlanırlar. Daima iki ev bir evden iyidir Seydom’ dedim.
Onun gönlünü aldım. Razılaştık. O koca felakette çok şükür; onlar bu ata yadigârının içindelerdi. Hiç birinin burnu bile kanamadı. Binanın sadece beton sıvası döküldü. Duvarları geniş. Kerpiçte ki saman nedeniyle sallantıya karşı esnektir. Tavandaki direkler ardıç ağacı ve tahta kaplamalı olduğu için ağırda değil. Kırılmaz sarsıntılardan kolay kolay. Depreme karşı dayanaklıdır. Dört yüz yıldan fazlaymış bu binanın yaşı. Allah korusun; bu bina beton olsaydı hiç bu kadar zaman ayakta kalır mıydı? Çoktan öbürleri gibi yerle bir olup yok olmuştu. Tanrı Atalarımızın da; bu binaya emeği geçen ustanın da; işçinin de toprağını bol; mekânını cennet etsin” dedi.
Kente gelen turistler o binayı fotoğraflıyorlardı. Hatice Nine ne zaman dolaştığı kırda; tepelerde; kentte o güne kadar görmediği bir çiçek bulsa mutlaka bir fidesini getirip bahçenin bir yerine yerleştiriyordu. Bu ev Van’ın çiçekler müzesiydi sanki. Bağdan; bahçeden anlamayan ve birkaç saksı çiçekten başka bir çiçekle yüzleşmemiş insanlar „Bu Turistler neden bu kümes gibi evi fotoğraflıyorlar?” diye biri öbürüne soruyordu.