KURBAĞALAR VE DEPREM-4

Kimi “elin gâvuru bunları fotoğraflayacak ki ülkelerinde bizim ne kadar geri kalmış olduğumuzu göstersin; bizimle alay etsinler” diyordu.

Kimi de „Her şeyi kötüye yorumlamayın; belki ilgi çekiyor; çevresinde ki çiçekler ağaçlar” diyordu.
O binanın yüzlerce yıl ayakta kalışı; Otantik yapısı ile kendi içinde kentin 400 yıllık tarihini taşıdığının bilincinde değildi hiç biri. Onlarca Mütahit ve Belediye Başkanı; Vali bu binanın yerini alıp orayı yıkmak için onlarca teklifle çalmışlardı Hatice Ninenin kapısını; alaylı bir dille bu binanın sekiz veya on katlı binaların yanında duruşunu küçümsemişlerdi. Hatice Nine kızdığı zaman „Bunlar Atalarına saygı duymayan; onlardan aldıklarını tüketen; miras yediler” derdi.
O önerilen tüm teklifleri elinin tersiyle geri çevirdi. O binaya 15 yaşında; üç gün; üç gecelik bir düğünle gelin gelmişti. 69 yılını o binadan geçirmişti. Zaten o zaman orası 3 veya 5 evlik bir yerdi. Kendisi de orada doğmuştu. Bu nedenle „ Ben burada doğdum ve bu çatı altında öleceğim” derdi.
Hele o mutahitlerin; mimarların bu bina kerpiçtir. Bir gün çöker altında kalırsınız. Bugün temelli beton; demir binalar varken bu yıkılmaya hazır binada kalmanın akıllı bir yanı yok” diyorlardı.
„Şu dere yerine; milli alan üzerine kurduğunuz bina yıkılmayacakta benim kollarınızın uzunluğundan daha geniş duvara sahip; kirişi; direği ardıç ağacından olan; temelleri taş ve kayalık üzerinde olan binam mı yıkılacak?” diye yanıtlıyordu onları Hatice Nine.
„Hatice Hatun; bu mimarların işidir. Onun için okuduk mil ve çamurlu alan üzerine de bina yapılır. Bu iş hesap; kitap işidir sizin aklınız yetmez” diyorlardı.
Bu sözleri söyleyenlere çok kızıyordu.
„Bunların yaşa da saygısı yok. Leş kargaları. Haydi; haydi işinize gidin. Sizin yaptığınız binalar Erzincan; İstanbul; Sakarya; Değirmendere ve daha birçok yerde hafif bir sallantıyla çöktüler. Binlerce insan öldü; sakatlandı ve binlerce yuva söndü. Leş kargaları; çocuk akıllarıyla beni kandıracaklar.” diyor ve kapıyı üzerlerine kapatıyordu.
Komşularına; çocuklarına „Yavrularım; sakın kanmayın bu şeytanlara. Bu binayı yapan ve şu karşı tepedeki kaleyi yapan insanlara da saygıları yok bu adamların. Bu binalar yüzlerce yıldır dimdik ayakta duruyorlar. Şu dağ eteklerinde ki kayalıklar üzerine kurulu köy evlerine bakın; hepsi yüz yılların evidir. Bunların hepside taş ve kerpiçtendir. Bu leş kargaları kör; görmüyorlar; görmek istemiyorlar. Akıllarını sadece insan dolandırıp para kazanmak ve şöhret sahibi olmak için kullanıyorlar. Unvanları; diplomaları; mevkileri varmış. Diplomanız başınıza çalınsın. Bunlar insanı çıldırtır” diye söylenip dururdu günlerce.
Sakinleştikten sonrada Tanrı’ya yalvarırdı. „Sen bu biçare Kulunun kusuruna bakma" Onlara yaptığım bedduaları lütfen duymamış ol. Onlar hatalı da olsa senin kullarındır. Bağışla onları” derdi.
Baran eve varıp Hatice Nine’nin söylediklerini anne ile babasına aktardı. Seydo ağırdan aldı. „Annemin tedirginliği. Bu kış günü çadırda ne yapacağız” dedi.
Sultan eşinin yanına vardı. Elini omzuna koydu. „Annem haklı. Baran‘ın anlattıklarını duydun. Benimde içimde büyük bir huzursuzluk var. Bütün kuşlar; hayvanlar huzursuz. Bunlar bir şeyin haberini veriyorlar. Çadırı kurmak çok bir iş değil. Şimdi annem gelecek. Onunda gönlü hoş olsun” dedi.
Seydo Televizyon programında ki siyasi tartışmayı izlemeyi sürdürdü. Sultan eğildi eşinin önünde ki TV’nin uzakta yönlendiricisini aldı kapattı. Kollarından tuttu. „El; ele verelim; Annen gelmeden şu çadırı kuralım” dedi.
Çadırı kurdular. İçine iki tane kilim getirdiler; seriyorlardı Hatice Nine vardı yanlarına.
„Yavrularım; kolay gelsin"” dedi.
O cümle ile birlikte yer sarsıntısı oldu ve birkaç saniye sürdü. Hatice Nine gözlerinin karardığını sand; diz üstüne çöktü. Bir toz duman sardı her yanı. Yeri göğü çığlıklar; iniltiler ve ağıtlar sardı. Kendilerini toparlayıp Seydo ile Sultan komşularının yardımına koştular. Baran korkudan hıçkırıklarla büyük annesinin göğsüne kapandı.
Hatice Nine torununu bastırdı göğsüne; sonra öptü; ”Korkma yavrum; her şey geçti; korkma"” dedi.
Sonra etrafına baktı; taş üstünde taş kalmamıştı. Ancak ata yadigârı kerpiçten evi savaştan zaferle çıkmış bir kumandan gibi olduğu yerde sapa sağlam duruyordu.
Hatice Nine toparladı kendisini.
„Haydi; Baran’ım komşuların yardımına biz de koşalım” dedi.
Elif ile küçük kardeşini bir gün sonra harabeler arasında çıkardılar.
Hatice Nine Elif’i görünce sevindi. Koştu kucakladı ve ikisini bastı göğsüne „Elif’im; güzel kızım benim; İmam Zeynel Abidin yetişti sizin imdadınıza. Sizi bana bağışladı yavrularım’ dedi.
Elif ile Memo’nun buza kesilmiş ellerinden tuttu ve ikisini götürdü eve. Karınlarını duyurdu; yıkadı ve kendi yatağına yatırdı. Kendiside ikisinin arasına uzandı; başlarını göğsüne koydu. Öylece uyuttu. Dokuz kişilik aileden sadece ikisi kurtarılmıştı. Elif’in yastığa dağılan saçlarını yavaşça okşadı.
Yetim kaldılar; talihsiz yavrularım. Ancak ben sağken onları kimseye vermem de; ezdirmem de” diye söylendi.
Bitişik komşuları Kezibanların evinin yerle bir olduğunu düşündü. Gözlerinde damlalar yanaklarını ıslatarak yastığa aktı. Onun ailesinden bir tek Osman kalmıştı. Osman annesini; babasını ve sekiz kardeşini yitirmişti. Kendisini de ağır yaralı olarak hasta haneye kaldırmışlardı.
Elif; kardeşi Memo ve Baran ertesi sabah Hatice Nine’nin bahçesinde çiçekler topladı götürüp; hem kendisinin; hem de Ali; Ayşe ve Osman’ın evlerinin harabesine gözyaşlarıyla bırakıp döndüler…