Malatya kültüründe “dam üstü” evin içinden daha fazla ve farklı işleve sahiptir.
Çocukların, gençlerin köylerde yapılacak işlerin azaldığı dönemlerde özellikle arazisi engebeli yerlerde ‘dam üstü’ oyun alanıdır. Hele de yan yana bitişik evlerin üstü her türlü oyun için iyi bir meydan olur.
Düğünlerin, nişanların en rahat izlendiği yer dam üstüdür. Düğün olan evin damına cuma gününden gelin inene kadar bayrak asılır. Kadın, erkek, çocuklar bir etkinliğe doğrudan katılamıyorsa dam üstüne çıkarak kendilerine güzel bir seyir mekânı oluştururlar. Düğünlerde kaynana dam üstüne çıkar gelinin kapıya gelmesini bekler. Önlüğüne şeker, leblebi, üzüm gibi çerezleri doldurup gelin içeriye girerken başından aşağı döker. Bu sevinç ifade eder. Aynı zamanda bolluk bereket anlamı taşır.
Köyün yakınlarında harman varsa o düzlük de bu amaçla kullanılır. Çocuk oyunları, yetişkin oyunları için dam üstü en güzel mekândır. Koşma, hoplama ve zıplama gibi sert hareketlerin yapıldığı oyunlarda evin içine arıstaktan (tavandaki mertek ağaçlar arasından) toprak dökülünce içeriden hanımların kızgın bağırışları duyulur.
Malatya köylerinde evler tek ya da iki katlıdır. Alt katta hayvanlar kalır, üstte ise insanlar. Yazın yaylaya gitmeyen günlük hayatta gerekli olan hayvanlar yine alt katta yaşantılarına devam eder. Damın üstü düz ve toprak. Bacalar dışarıda yarım metre bir metre yükselir. Evin yoldan uzak arka tarafında biraz genişçe delik daha vardır. Kullanılmadığı zamanlarda kapatılır. Genellikle harman sonrası hayvanlara yüklenen hararlardaki (saman taşımakta kullanılan kıl ya da pamuktan dokunmuş büyük çuval) saman getirilince bu delikten boşaltılır. Dökülen saman damda en alt kattaki samanlığa doldurulur, yığılınca yaba ile samanlığın içine dağıtılarak yeni gelen samana yer açılır.
Harmandan sonra pınar önünde çullarda yıkanan unluk buğdaylar, bulgurluk buğdaylar dam üstüne serilir. Büyük bulgur kazanlarında kaynatılan hedikler dam üstünde kurutulur. Salça, erik ekşisi, reçeller, tarhana, meyve ve sebze kurutmalıkları gibi kışa hazırlanan tüm yiyecekler dam üstünde kıvamında kurumaya bırakılır. Onları dam üstünde beklemekte bizim işimiz. En büyük yardımcımız da ağaç dallarından ve bezden yapılmış, başında kasketi bulunan korkuluk adam olurdu.
Yazın en sıcak günlerinde şehirde avlulu evlerin dam üstü, köylerde bitişik evlerin geniş dam üstü eğlence ve dinlenme yerimizdi. Uzun yaz mevsimi boyunca akşamdan sabaha dam üstü sıcak gündüzlere nazire yaparcasına serinletir, dinlendirir bizi.
Köyde kayaların, ulu ağaçların gölgesi dam üstüne düşünce anaları, bacıları, gelinleri tatlı bir telaş alır. Önce dam üstünü tozmasın diye sular, sonra süpürürler. Gündüz dam toprağına geçen güneş soğutulur. Çullar, cecimler serilir, minderler, yastıklar dizilir. Tarlada, bağda, bahçede günün anında çalışan aile bireyleri dam üstünde yorgunluk atmak, akşam yemeği için toplanır.
İlkokula gittiğim zamanlarda yaz tatilini köyde geçirmeye can atardım. Hele dam üstündeki yatakta yatmak yok mu? Sırt üstü uzanıp ince yorganın altına yarıya kadar girince başlarım yıldızları saymaya. Muzip yıldızlar “ci” dercesine göz kıpıp kaybolmaz mı, onların bana oyun ettiğini düşünür ben de onlara polim yapmak için hazırlanırdım. Her yıldız kaymasında “birinin yıldızı daha kaydı” diyerek hayıflanırdım. Nenem bu sırada ısrarlarıma dayanamaz bana masallar anlatır. Masaldaki yiğit kahraman ben olur kötülere cezalar veririm. Kötülerin belalı kahramanı ben, sadece göz kapaklarımın üzerindeki ağırlıkları kaldırmaya gücüm yetmez onlara mağlup olur yenilirim. Gözlerimi açtığımda her taraf aydınlanmış olurdu.
Masallar, efsaneler nerede biterdi hatırlamıyorum. Bulutların üstünde aydınlık rüyalara dalardık. Nenemin tatlı sesiyle geceler, yıldızların arasından süzülerek sessizce gönlüme dolar. Beni mutlu eder.
Birbirlerine bitişik evlerin damı, komşu ve akrabalar için ortak mekân. Herkes bir ev olmuştur gayri. Akşamdan sabaha ortaya konan bütün sırlar bir ömür saklanır, özenle korunur. Yanlış düşünceler bu ortak mekânda asla yer bulamaz. Dam üstü gecelerinde kimsenin hayatı, diğer komşuları, yakınları ilgilendirmez ve asla yadırganmaz.
Hasretler dile gelir. Muhabbetlerin en sıcağı ve koyu yaşanır. Yatağında oturan ya da uzanan komşular gözleriyle birbirlerine misafir olur. Yabancı gözler uğrayamaz, yâd ayaklar bu kutsal mekâna basamaz.
Bazı komşular aralarına tahtadan veya yılgın çalısından çit; bezden, çuldan ya da gündüzden kesilmiş yapraklı dallarla hayma yapar gibi ara bölme oluştursalar da yüksek tondaki sesler yine de duyulur, ancak sır olarak bir ömür saklanırdı.
Güneş istirahatgâhına çekildikten birkaç saat sonra gündüz sıcağı kırılır, tatlı bir serinlik çöker ortalığa.
Şehirlerde kültür öğelerimizin birçoğunu yok ettikten sonra, köylere taşınan apartman ve apartman yaşamında dam üstünden söz edemeyiz. Hele kardeşlikten öte komşuluk ilişkilerinden hiç bahsetmek mümkün değil. Anadolu insanının en hassas olduğu cenazelerden bile aynı apartman sakinlerinin birkaç gün sonra haberdar olduğunu duyuyoruz. Apartmanlardaki vurdumduymazlık, ilgisizlik bireyleri yalnızlığa itiyor. Bu durum toplumumuzdaki yardımlaşma, dayanışma ve imece duygusuna zarar veriyor. Yeni nesillere bu kültürü kazandırmak bizler için mecburiyet olmalı. Milletimiz nice zorlu badireleri bu kültürle atlatmıştır.
Çocukluğumuzun dam üstü keyfinin mutluluğunu başka mekânlarda bulma şansımız maalesef ufukta görünmüyor.
Dam üstü yatağında sırt üstü yatıp yastığa başımı koyunca iki elimi ensemde birleştirir gökyüzünü, yıldızları seyrederim. Yeni dünyalar kurar, haksızları, kötüleri cezalandırırım saf, temiz küçük aklımla. Düşüncede hürüm, oyun kurmada özgür. Gökyüzündeki ay, yıldızlar, bulutlar gözlere hiçbir yasak getirmeden izlenir. Yeni dünyalar, galaksiler evrenin içinde döner durur.
Dam üstü yağmurdan yaşarmışsa saman serpilip loğlanarak kullanılacak kıvama getirilir. Dam üstü gençlerin ara kesme, uzun atlama, tek adım, üç adım, kale, gülle (bilye), ceviz yuvarlama gibi oyunlarına ev sahipliği yapardı.
Orta yaşlılar ve iri gençler tura, sinsin oynar. Çünkü bazı köylerde arazi çok engebelidir, tek harman yeri kadar alan bulmak bile zordur. Attıkları ceviz, kıl top, taş yuvarlanır çıkarılması büyük eziyet olan dereler inerdi.
Bazen kazalar olur. Hızını alamayanlar aşağı düşer. Dengesini sağlayamayanlar süyükten / dam saçağından yuvarlanırdı. Düşenin başı yarılmışsa analarımız tereyağı / aş yağı sürerek tedavi ederlerdi
Babası memur olanlar ya da şehirde oturanlar yazı köyde geçirmeye gelirler. Bunların bazıları şehirden uçurtmalarını yanlarında getirir veya malzemesini getirip köyde uçurtma yaparlar. Renk renk uzun kuyruklu uçurtmalar gökte yükseldikçe yarışma başlar. Hafif rüzgârla birbirine dolananlar, ipi kopup ah vah arasında kaybolup gidenler…
Köyde kuş meraklısı olanların damlarının üstü akşama doğru güvercin uçuranlarla ve onları izleyenlerle dolar. Güvercinlerin cinsi, taklacısı, paçalısı, en yakışıklısı, en güzeli üzerine koyu sohbetler gırla gider.
Yaz ramazanlarında dam üstü daha da uhrevi bir havaya bürünür. Dini hassasiyet ve kutsallığın yoğunlaştığı duygusal hava sarar damları üstünü. Sofralar dama serilir. Yazın getirdiği yiyecek ve içecek bolluğu kendini gösterir. Minarelerde ses cihazının olmadığı, televizyonların yaygınlaşmadığı dönemlerde evde radyo var ise açılır. İftar programları dinlenir. Ancak Malatya’da özellikle köylerde radyonun ilan ettiği iftar vakti yöremiz ile aynı değildir. Şimdi televizyonlarda her şehir ve ilçe için dakika dakika veriliyor. Bizim çocukluk ve gençlik yıllarımızda köy camisinin damına çıkarak ezan okunurdu. Dam üstüne çıkan insanlardan iftar saati ezanı ilk duyan ağızdan dolma ya da tek kırma, çifte av tüfeğiyle havaya ateş ederek orucun açılabileceğini ilan ederlerdi.
Üvezin, sivrisineğin insanları haşladığı yaz günlerinin en sıcak gecelerinde, kuyruk bir doğsa şunlardan kurtulurduk diyenden geçilmezdi. “Tomuzun ellisinde bendi, altmışında kendi doğacakmış” o doğunca terazi yıldızları ile ülger görünürmüş. Geceler artık serin olacak. Yorgana sımsıkı sarılma vakti gelecek.
Herkes dam üstüne çıkmış bekliyor. Ay tutulacakmış. Güneş, yıldızlar ne olacak? Ay ne olacak? Gökyüzü birbirine karışacak. Aman Allah’ım her şey karmakarışık olacak. Göğün dört bir yanı savaş alanı gibi birbirine girecek. Kaç yıldız karşı karşıya gelip çarpışacak? Kaç insanoğlunun yıldızı kayıp gidecek. Allah’ım sen bizi koru! Ya zelzele olursa? Ya toprak hışımla sallanır, titrer, her tarafı yıkar yakarsa?
“Ey yüce Rabbim sen bizi esirge. Bunca sabi sübyana sen acı.” diye dualar eden dam üstündekilerin gözü gökyüzünde.
İnsanlar, çevresinde bulduğu en yüksek yer olan dam üstünde. Ay tutulduğu anda büyük tenekeler çalınır. Gürültü çıkarılır. Silahlarla dam üstünde göğe doğru ateş edilir.