MALATYALI MEHMET NİYAZİ (1618-1694) 1

Evliya Çelebi, gezilerinin bir bölümünde uğrayıp ilimiz hakkında detaylı bilgiler verdiği Seyahatname‟sinde bugünki Konak, Tecde, Bostanbaşı ve Fahri Kayahan semtlerinde bulunan Aspuzu bağlarından söz etmiştir. Malatya‟yı gezerken Niyazi‟nin Aspuzu şiirinde tasvir ettiği bağları, Konya‟nın Meram Bağlarına benzetmiştir. Hatta Balkan topraklarındaki gezilerinde rastladığı bağları, daha önce tanıttığı Meram Bağları ve Tecde Bağlarına benzetmiştir. Seyahatname‟nin tamamında Tecde Bağlarının 17 kez adı geçiyor ama, Evliya Çelebi‟nin çağdaşı Niyazi Mısri‟nin adı bir kez dahi geçmiyor.

O çağlarda, Aspozan bağları veya Asbuzu/Aspozi diye anılan Malatya ile ilgili Aspuzu redifli şiirinin ilk ve son beyitlere göz attığımızda Niyazi, Aspuzu yani Malatya‟yı bülbüllerin gül bahçesine benzetmekte buranın Cenneti hatırlatan yüce bir mekan olduğunu söylemektedir. Aspuzu, Cennet bahçelerinden (Firdevs-i Cinan) bir köşe olarak tanımlanmaktadır:
Barekallah gülsitan-ı bülbülandır Aspuzu
Cenneti tezkir eder ali mekandır Aspuzu(…)
Ey Niyazi ger tokunmayaydı hiç bad-ı fena
Kim dimezdi ana Firdevs-i cinandır Aspuzu
Mehmet Niyazi, Malatya‟nın ülkemize ve Dünyaya tanıtımında çok önemli bir kültürel değerdir. Niyazi, yaşamıyla, eylemiyle, duruşuyla asırlar sonra yeniden hatırlanmaktadır. Niyazi, Osmanlı döneminde tekkeler ve dergahlara sıkı devlet tasarrufunun ve denetimin uygulandığı, devran ve cehri yani açık zikrin yasaklandığı bir çağda yaşamıştır.
Niyazi, dervişliği ve tarikatı önce babasından sonra da Mevlana, Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre, Muhyiddin Arabi ve Muhammed Nakşibent gibi yol ulularından, öğrenmiştir. Babasının kendi şeyhi olan bir Nakşibendi şeyhine bağlanması fikrine sıcak bakmayan Niyazi, tarikat değil, tahsil peşindeydi. Malatya‟dan ayrılmadan Şeyh Hasan Halveti‟ye 1638^de intisap ettiği söyleniyor. O devirlerde en ileri ilahiyat ve hukuk mektepleri Bağdat, Kerbela ve Mısır‟da olduğu için, 21 yaşındayken Malatya‟dan ayrılarak Mısır‟ın yolunu tutmuştur.
Maceralı bir yolculuğun, Diyarbakır, Mardin, Bağdat ve Kerbela‟daki eğitiminin ardından iki yıl sonra Mısır‟a ulaşmış orada üç-dört yıllık eğitiminin ardından, aradığını bulmak için Anadolu‟ya dönmüştür. İkinci şeyhi, Mısırda bulunan bir Kadiri‟dir. Abdülkadir Geylani‟yi rüyasında görerek O‟nun Anadolu‟yu işaret etmesi üzerine Antalya‟nın Elmalı ilçesinde yaşayan Halveti Şeyhi Ümmi Sinan‟ı bularak 13 yıl boyunca bu şeyhinden manevi feyiz almıştır. Böylece kandili uyandırılmıştır. Ömrünün kalan yıllarını İnsan- Kamil olmak için harcamıştır.
40 yaşındayken Ümmi Sinan‟dan icazetini alan Niyazi, Uşak, Çal, Kütahya Bursa ve Edirne‟den sonra İstanbul‟a ulaşır ve oraya yerleşir.
Anadolu‟da birçok vilayeti dolaşan Niyazi, 1669‟da Bursa‟da Halveti Dergahını kurar. İlk etapta Ulu Cami yakınlarında derslerini ve vaazlarını sürdürür. Bursa‟da evlenir. Çoluk çocuk sahibi olur. Bursa‟daki dergah, Abdal Çelebi adlı bir tüccar tarafından yaptırılmıştır. Sonraki yıllarda kendi adıyla adlandırılan bir tarikatın seyhi olmuştur. Bu yıllarda bir yandan da mumculuk yaparak geçimini sağlamış ve çevresindeki yoksulları doyurmuştur.
Sesli zikir ve devran yasaklarının kaldırılması için verdiği Ayasofya Camii‟ndeki vaazından sonra dönemin padişahı, bizzat dinlediği Niyazi‟den durumu öğrenerek dergahlardaki zikir yasaklarını ve o dönemdeki baskıları hafifletmiştir.
Niyazi ile Osmanlı halifeleri ve yöneticileri arasında bu olaydan sonra da gerginlik sürmüştür. Niyazi derhal karakollukçular tarafından tutuklanarak 1673‟te Rodos‟a sürgün edilmiştir. Burada Kırım Hanlarından Gazi Giray ile tanışmıştır. Osmanlıların soyu bozulduğu için Kırım Hanlarının Osmanlı Devletini yönetmeleri gerektiği görüşüne de o zamandan itibaren sahip olmaya başlamıştır. Daha sonra iki kez kalebent cezasına çarptırılıp Limni‟ye (1676) sürülmüş 15 yıllık sürgünden sonra affedilerek yeniden 1691‟de Bursa‟ya dönmüştür
Osmanlının geri kalmasında dönemin padişahlarının ordunun başında seferlere katılmamasının sebep olduğuna inanan Niyazi, Limni Sürgününden sonra, Bursa‟da bulunduğu yıllarda 1693‟te cihat çağrısında bulunmuş, Edirne Selimiye Camii‟ne kadar 200-300 kişilik silahlı ve atlı maiyetiyle birlikte giderek harbe katılma isteklerini camide yaptığı konuşmalarda halka da açıklamıştır. Kendisi de çevresindekilerle birlikte harbe katılmak için hazır olduğunu söylemiştir. Bu tür davranışları, o dönemin padişahı II. Ahmet‟i ve Sadrazam Bozoklu Mustafa Paşa gibi yöneticileri tedirgin ve rahatsız etmiş, Niyazi‟nin bu tür davranışları başkaldırı olarak yorumlanmıştır.
1693‟te üçüncü ve Limni‟ye son sürgününde ayağına bukağı denilen demir bir pranga vurulmuştur. Niyazi, dergahın içinde bulunan kabrine gömülünceye kadar ayağında takılı bukağı ile dolaşmış ve ayağında ağır bir demir olan bukağı ile namaz kılarken hayatını 1694 yılında 76 yaşındayken kaybetmiş; kendi isteği doğrultusunda ayağında bukağı ile kabrine defnedilmiştir. Müritleri bu demir parçasını ayağından çıkaramamışlardır. Toplamda Niyazi‟nin hayatının yaklaşık 20 yılı sürgünlerde geçmiştir.
Limni‟de sürgündeyken dergahını kuran Niyazi, zamanla bu yıllarında kendisini tutuklayıp sürgüne götüren karakollukçulardan Azbi Çavuş‟tan başlayan kalabalık bir mürit topluluğuna sahip olmuştur. Azbi Çavuş, O‟nun Divan‟ındaki şiirlerini, tahmis etmiş yani, her beyte üçer dize daha eklemek suretiyle işleyerek genişletmiştir.
Bu dönemle ilgili anılarını anlattığı yazma defterinde (Sonradan Prof. Dr. Halil Çeçen tarafından okunup Niyazi-i Mısri’nin Hatıraları adıyla Dergah Yayınlarınca 2006‟da yayımlanmıştır.) Osmanlıya duyduğu hıncı, “göğün dördüncü katına bir çivi çaktım. Osmanlı bu zulüm yüzünden yıkılacak” diyerek Limni Adasında Niyazi‟nin kabrinin ayakucunda Agememnon zırhlısında imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşmasıyla (1918) da yıkılan Osmanlının sonunu ölmeden önce gönül gözüyle görmüştür. Osmanlı‟nın bir gün mutlaka yıkılacağı konusunda kehanet göstermiştir. Öldürüleceği veya zehirletileceği korkusuyla son yıllarını morali bozuk bir biçimde geçiren Niyazi, Limni‟de ömrünün son yıllarında oldukçacanı sıkkın ve neredeyse çökgün durumdadır. Bazı kaynaklarda ölüm nedeni zehirlenme olarak gösteriliyor. Kısacası, Mehmet Niyazi, dünyadaki çileli yaşamının ardından sırra ulaşmış bir derviştir.