Malatya’nın geleceğine bunu yapmayın!

Malatya’nın bereketli toprakları, yüzyıllardır farklı medeniyetlere ev sahipliği yapmış, doğal güzellikleriyle öne çıkmış kadim bir şehir. Kayısısıyla meşhur bu güzel diyar, şimdi bambaşka bir ‘altın’ telaşıyla çalkalanıyor. Ancak bu kez söz konusu olan, bahçeleri süsleyen sarı meyveler değil, toprağın derinliklerinde saklı olduğu iddia edilen maden.

Son günlerde Malatya’dan gelen haberler pek iç açıcı değil. Şehrin dört bir yanında maden arama faaliyetlerinin hız kazandığı, özellikle ‘Dördüncü Grup’ olarak nitelendirilen altın, demir, bakır, çinko gibi madenlere yönelik yoğun bir ilgi olduğu belirtiliyor. Bu arayışın somut adımı ise Hekimhan’da atıldı bile.

Ancak tehlike sadece Hekimhan ile sınırlı değil. Ekoloji Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Hüseyin Çıplak’ın çarpıcı açıklaması, durumun vahametini gözler önüne seriyor. Doğanşehir, Akçadağ, Kuluncak, Yeşilyurt, Arguvan ve Arapgir ilçelerinin de altın madenciliğine açıldığı duyurusu, Malatya’nın adeta bir kuşatma altında olduğunu gösteriyor. Çıplak’ın endişe dolu sözleri, “Malatya’nın toprakları tamamen kuşatma altında. Yakında Malatya’nın tüm toprakları, havası, suyu zehirlenecek” şeklindeki ifadeleri, geleceğe dair kara bir tablo çiziyor.

Peki, bu ‘altın’ arayışının Malatya için gerçek bedeli ne olacak? Madencilik faaliyetlerinin doğaya vereceği zararlar saymakla bitmez. Toprak yapısının bozulması, su kaynaklarının kirlenmesi, ormanların yok olması, biyoçeşitliliğin azalması gibi geri dönüşü olmayan sonuçlar doğurması kaçınılmaz. Özellikle siyanür liçi gibi yöntemlerin kullanılması durumunda, sadece toprak ve su değil, hava da zehirlenecek, bölge halkının sağlığı ciddi şekilde tehdit altında kalacaktır.

Malatya’nın eşsiz doğal güzellikleri, verimli tarım arazileri ve temiz su kaynakları, altın uğruna feda edilmemeli. Kısa vadeli ekonomik çıkarlar uğruna uzun vadeli çevresel ve sosyal felaketlere göz yummak, gelecek nesillere karşı işlenecek en büyük haksızlık olacaktır.

Bu noktada Malatyalıların, sivil toplum kuruluşlarının, yerel yönetimlerin ve ilgili tüm kurumların harekete geçmesi hayati önem taşıyor. ÇED süreçlerinin şeffaf bir şekilde yürütülmesi, halkın bilgilendirilmesi ve katılımının sağlanması, çevresel etki değerlendirme raporlarının bilimsel ve titiz bir şekilde incelenmesi gerekmektedir.