Depremin ardından Malatya, yalnızca binalarını değil, hafızasını da kaybetti. Yıkılan duvarların ardından yükselen toz, sadece betonun değil; umudun, geçmişin ve geleceğin de havaya karıştığını gösterdi. Şimdi şehir yeniden kuruluyor… Ama bu inşa, sadece tuğlalarla değil, insanla ve liyakatle yapılmalıydı.
Bugün Malatya sokaklarında dolaşan biri, yapılar yükselse de yaşam kalitesinin aynı hızda yükselemediğini fark eder. Şehirde dükkanlar küçülmüş, mağaza konseptleri dar kalıplara sıkışmış durumda. Geniş, ferah ticaret alanları yerine, işlevsiz bloklar ve birbirinin kopyası yapı tipleri hâkim. Şehir planlamasında estetikten, işlevden ve sürdürülebilirlikten uzak bir tekrar göze çarpıyor.
Daha da önemlisi, yeni inşa edilen bu şehri yaşanabilir kılacak sosyal donatılar, parklar, kültürel alanlar ve toplumsal yaşam merkezleri henüz yeteri kadar hayata geçirilmedi. İnsanların bir araya gelebileceği, nefes alabileceği, çocukların oynayabileceği alanlar hâlâ sınırlı. Beton yükseliyor, ama yaşam filizlenemiyor.
Malatya halkı dirençli, çalışkan ve inançlıdır. Ancak şehir, sadece yeniden yapılmakla ayağa kalkmaz. Şehre ruh katacak olan şey; liyakatli kadrolar, bilinçli planlama ve toplumu dinleyen karar alma süreçleridir.
Bugün Malatya, umut ile umutsuzluk arasında salınan bir şehir. Henüz geç değil. Eğer gerçekten yaşanabilir bir şehir inşa etmek istiyorsak, sadece binaları değil, toplumsal vicdanı da ayağa kaldırmalıyız. Çünkü bir şehir, ancak insanına layıksa yaşanabilir olur.