Miting

Seçimler deyince ilk akla gelen olay mitinglerdir. Kimin, hangi partinin daha çok kalabalık toplayacağı, hangi adayın daha iyi konuşacağı, kimin kime üstünlük kuracağı hep merak edilir. Her miting den sonrada, bu hem mitinge katılanlar hem de diğer rakipler tarafından sorgulanır.

Kendimi tanıdığım günden bu yana mitinglere zamanım elverdiği oranda katılmaya çalıştım. Farklı siyasi partilerin mitinglerine katılarak katılımcı kitleyi, insanların tavır ve davranışlarını mitinglere hangi gerekçelerden, hangi önceliklerinden dolayı katıldıklarını mitingin hem katılımcıları, hem katılmayanlar üzerinde nasıl bir etki yarattığını, katılımın seçim sonuçlarına ne oranda yansıdığını çözmeye ve bunda bir sonuç çıkarmaya çalıştım.

Şu seçime kadar edindiğim izlenimlerden hareketle.

1) Her bakımdan katılımdaki en büyük belirleyici faktör toplumun o an içinde bulunmuş olduğu ekonomik, sosyal ve siyasal şartların niteliğidir.

2) Katılımcı kitlenin, toplumun eğitim düzeyidir.

3) O kitlenin siyasal anlamda ne oranda örgütlü olup olmadığıdır.

4) Bunlardan hareketle, toplumun etnik ve dini yapısı ve bu yapının siyasi niteliğidir.

Malatya da Son yapılan CHP ve AKP mitinglerinde bu toplumsal sorunların alanlara nasıl yansıdığı bu anlamda önemliydi. Öncelikle, Malatya’da tüm siyasi partiler toplumu ekonomik önceliklerine göre değil, etnik, dini kimlikleri ve öncelikleri üzerinde siyaset sonuç almaya çalışıyorlar. Öyle liyakat, parti kimliği, ideolojisi gibi kağıt üzerinde yazılı doğrulara göre aday belirleme, seçme falan yok.

Bu politik çalışma. Ayrıştırma miting alanlarına çok net olarak yansıyor. AKP' de, diğer mitinglere oranla katılımın düşüklüğü hemen göze çarpıyordu. Hem iktidar gücü ve güçten kaynaklı avantajlar, hem de sivil toplum kuruluşları arasındaki etkin örgütlenme gücüne rağmen istediği kitleyi toplayamadı. CHP tam tersi beklemediği bir kalabalık ile karşılaştı. Kalabalığın ötesinde en önemlisi kitledeki coşkunun dozajıydı. CHP tabanı bu konuda her zaman parti örgütünden on adım önde olmuştur.

Aslında bu farklı iki sonuçta ortak bir doğru ortaya çıkıyordu. Peki neydi bu ortak doğru. Ağırlaşan ekonomik yaşam koşullarının farklı şekilde dışa vurumu. Biri tepkisini içe kapanarak, protesto edip mitinge katılmayarak. AKP.

Birisi her şeye (yanlış, dayatma, liyakatsız vekil sıralaması. Siyasi baskı ve dışlama)rağmen katılıyor. Bağırıyor. Tezahüratta bulunuyor. CHP.

Biri, pasifleşerek siyasi tepkisini alana yansıtıyor. Suskunlaşıyor. AKP.

Diğeri, örgütsüzde olsa aktifleşerek tepkisini siyasallaştırarak kendiliğinden alanlara geliyor. CHP.

Her iki toplumsal taban da bu ortak kaygıya rağmen neden farklı platformlarda farklı tepkiler göstermez zorunda kalıyorlar. Çünkü, toplumu siyaseten yöneten, yön veren siyasi partiler eğitim olarak geri bıraktırılan toplum kesimlerini ekonomik öncelikleri ve ya çıkarlarına göre değil etnik ve dini aidiyetleri üzerinde etkileyip örgütleyerek siyaset yapıyorlar da ondan. Öyle ya da böyle burada şu sonuç çıkıyor. Her partiye oy veren seçmen artık şu gerçeğin az da olsa farkına varmış. Bu siyasiler bizi kullanıyorlar. Ama ne yapalım başka çare de yok. Halk var olan örgütsel yapılara güvenmiyor. Büyük bir güvensizlik var.

Bu bakış açısı toplumda öylesine bir önyargı yaratmış ki eğitimsiz seçmen bunu kendi çabası ile kıramıyor. Siyasi partilerin de işine geldiği için onlarda kırmak istemiyor. Aksine son kertesine kadar bundan yararlanıyorlar. Siyasi partilerin kendi seçmen tabanına bu samimiyetsiz yaklaşımı miting alanlarına böyle yansıyor. Yani seçmen partilerin siyasi, örgütlü çalışmaları sonucuyla değil. Kendi iç dünyalarında yarattıkları tepkiler ile mitinglere katılıyor. Ya da katılmıyor. Yani bir şekilde deşarz oluyor.

Televizyon ekranlarında parti liderleri arasında bu konular demokratik şekilde tartışılırsa eğer toplumun büyük çoğunluğu mitinglere gitmez. Gelişmiş ülkelerde bu kültür çoktan terk edilmiş. Bizim gibi ülkelerde siyaset toplum bilimi olmaktan çıkarılıp rant sanatına dönüştürüldüğü için hala rağbet görüyor.