Öykümüzün Hikâyesi

Evvela soralım, hikâye ne kadar gerçek? Klasik hikâye, tarifinde “yaşanmış ve yaşanması muhtemel olaylar” diye ikiye ayrılır. Birincisi, hikâyenin gücü; ikincisi ise anlatıcının gücüdür. Hikâye geleneğimizde Peygamberlerin kıssaları, evliyaların menkıbeleri vardır ve bunlar gerçektir.

Önceleri hikâyeler, gerçek kadar güçlü idi. Bazıları yaşadığı an itibariyle pek önce çıkmayabilir; Ama güçlüdür, anlatılmamıştır. Örneğin; Bilal-i Habeşi Hazretleri’nin İslamiyet’i kabul etmesin diye kızgın kumlara yatırılıp işkenceye maruz kalması, o devirde müşrik ve münafık güruh tarafından pek anlatılmamıştır. Ancak İslam galip gelip hakikat ortaya çıkınca Peygamber Efendimiz ’in (s.a.s) ve Ashap-ı Kiram’ın her birinin hayatları İslam kaynaklarında yazılması, sohbet halkalarında anlatılmasıyla güçlü hikâyeler, anlatıcının gücünü artırarak İslam’ın gelecek kuşakları için güçlü birer manevi atmosfer olmuştur. Bu sayede hikâye bize hissi bir bağ kurdurur, yani hissiyatımıza temas eder.

Ancak hikâyelerden kimse vazgeçmek istemiyor. Hemen herkes bir hikâye anlatıyor veya paylaşıyor. Haberden, herhangi bir ürüne, gezmekten nasihat vermeye kadar uzanıyor bu yol.

Bugün daha ziyade çağımızın hastalığı “hareketsizlik ”ten dolayı ekran başında hikâyeler gerçeklikten uzaktır. Anlayacağınız; Medya iletişim araçları ile anlatıcının gücü artırılarak sunulan hikâyeler daha çok manipüle etmek, gerçeği örtmek, iftira atmak gibi sebeplerle tasarlanıyor, çoğu zaman!

Çünkü asıl önemli olanlar hep gözardı edilir. Medyada ki, haberdekihikâye anlatıcısı da, sırf o bilinmeyen, akla getirilmeyen gerçek sebeplerle izleyiciyi, dinleyiciyi etkileyemeyeceğini bilir. Ve böyle olası hikâyelerin ise gerçeklik payını, inandırıcılığını sorgulatıyor. Buna “gerçeğin yeniden kurgulanması” deniliyor.

Şöyle ki; Öykülerinin dilinde, alttan alta ince bir sızı halinde ironiyi, insanın acısını aynı zamanda iyimserliğini ve umudunu görürüz. Yani, insanın kimi zaman umudu ve umutsuzluğu, kimi zaman acısı ve sevinci, kimi zaman da iyimserliği ve kötümserliği bu ironi diliyle anlatılır… Ancak anlatıcının güçlü olmaması veya anlatılmasının tehir edilmesi hikâyenin yaşanmışlığına tesir eder. Mesela Leyla ile Mecnun mesnevisi o kadar çok yazılmıştır ki, Leyla ile Mecnun karakterlerinin günümüz hayat tarzıyla ele alınışı, görsel tekniklerle öne çıkarılışı anlatıcının gücünü artırırken, hikâyenin gerçekliğini zayıflatabiliyor…

Kısacası; İnsan, yeryüzüne adımını attığı ilk andan itibaren büyük bir hikâyenin içinde doğar. Yaşadığı çağ, içinde bulunduğu toplum, kültürel ve sosyal atmosfer bu büyük hikâyeyi belirleyen temel unsurlardır. Kendi varlığını hikâyelerle anlayan, inşa eden insan, aynı büyük hikâye içinde şahsi hikâyesini de inşa ederek yaşamını sürdürür.

Her insanın, her canlının, her nesnenin bu dünyada bir hikâyesi olduğu gerçeği göz ardı edilemez. Her adım, her nefes alınan her karar, yürünen her yol birer hikâyedir.