Rektörümüz Cemil Çelik’e açık mektup (8)

Sayın Hocam; Belki de yazımın kendi adıma söyleyeyim, en zor olan bölümüne geldim. Bir analiz ve bir tespit yapmak durumuyla karşı karşıyayım. ‘Zihniyet Sorunun’ yalnız bir kısım insanlarımıza ait bir sorun olmadığını, bütünümüze ait bir sorun olduğunu vurguladıktan sonra, bu yükün altından kalkmak ve bu söylediğimi somut verilere dayandırmak durumundayım. 1950’li yıların ortalarında lisede okurken ‘ulu orta’ konuşan arkadaşlarımıza; Kesin yargıda bulunma, fazla ahkâm kesme derdik.

İşte ben de fazla ahkâm kesmek yerine ve konumuz Malatya olduğuna göre, şehrimin gelişimine ve bununla birlikte fazla ahkâm kesmeden zihniyet sorununa özetin özeti ile bir yaklaşım getirmeye çalışacağım.

Önce kendimden, çocukluğumun gençliğe evirildiği dönemden bakmak istiyorum. Hafızanın kayıt altına aldığı en berrak dönemler diye düşünüyorum.

Doğduğum ev İsmetiye Mahallesinde. Yeni (teze) Camiye 800 metre mesafesinde. Caminin karşısında bulunan bugünkü Belediye Çarşısının kapladığı alan, olduğu gibi Fırat İlkokulu idi. Ben bu okula, 1945 yılında ilk adımımı attığım yılda, Malatya’mızın toplam nüfusu 428 bin 660. Şehir Merkezimizde ise 49 bin 77 hemşerimiz yaşamını sürdürmekteydi. Şehir nüfusumuzun toplam nüfus içindeki oranı ise %9.68 idi.

Evimiz Batıda Tekel Tütün Fabrikasına 900 metre, Sümer Bez Fabrikasına ise 1700 metre uzaklıktaydı. Evimiz banliyö istasyonuna 100 metre mesafedeydi. (biz Malatyalılar o yıllarda oraya ‘Küçük İstasyon’ derdik.) Demiryolu hattına ise 75 metre mesafedeydi evimiz. Demiryolu hattının kuzeye dönük öteki yüzü, Ermeni Mahallesi idi. Bu banliyö demir yolu hattı, İstasyon Garı’ndan Malatya Merkeze, hem yolcu taşır, hem de demiryolunda çalışan işçi ve memurları getirir, götürürdü.

Evimiz iki katlı idi. Babamı küçük yaşta kaybettiğimden, evin üst kattaki iki odasında rahmetli anamla birlik oturur, alt ve üst kattaki diğer odaları dışarıdan gelen ve lojmanda oturmayan, özelikle de Devlet Demir Yolları memurlara kiraya vererek yaşamımız sürdürürdük.

Bu kısa yaşamımın bir kesitine şunun için değindim, Sayın Hocam; Malatya’mızı daha o yıllardan beri kucakladığımı, anlamaya ve anlamlandırmaya çalıştığımı, gözlem, tespit ve analizlerimi yaşanmışlık gerçekliğimiz üzerine oturtmamı sağlamak içindir.

Sayın Hocam, işte Malatya’mın geçmişinden, günümüze ilerleyen yolculuğuna bu yaşanmışlığımın içerisinden bakarak, ‘zihniyet’ algımızın, algı olarak nasıl zihnimize yerleştiğine bakmaya çalışacağım.

1930 yılların Malatya’sına baktığımızda, Malatya’mız genelinde, 307 bin, şehir merkezimizde 22 bin hemşerimizin yaşadığını nüfus sayımlarında görüyoruz. Şehirde yaşayan hemşerilerimizin Malatya genelinde yaşayan hemşerilerimizin oranı sadece %7’yi zor bulmaktadır.

O yıllarda Malatya’mız; ürettikleri ve bu ürettikleri ile yaşam tarzı, tam da binlerce yılı bağrında taşıyan bir ‘tarım- köylü’ toplumu olduğunu tespit edebiliyorum.

O yılların Malatya’mızın şehir içinin yaşamına baktığımızda; ağırlıkla un değirmenleri, tuğla-kiremit imalathaneleri, Yeşilyurt Beldemizdeki evlerin altında şahıslara ait onlarca dokuma tezgâhları. Yine o yılların (bakır, altın, saat, toprak işletmeciliği, terzilik, marangozluk) gibi sayabileceğimiz el zanaatına dayalı becerileri ile dolu olan bir şehir yaşamı. Elbette ki bu el becerilerinin (zanaatın) o günkü Ermeni hemşerilerimizin payının büyük olduğunu atlamadan söylemek istiyorum.

Bu arada şehrimizin elektriğinin Tecde Mahallemizde bulunan, Tecde Gölündeki Santraldan 1928’ yılından, 1945 yılında, Beydağı eteklerinde geçen Derme Kanalının açılması sonucu, Derme suyunun büyük oranda (%80’nin) oraya akıtılması sonucu, bu santral devre dışı kalmıştır.

Bu arada şehirdeki hazır ayakkabı ve elbise ticaretinin ve genellikle ticaretimizin ağırlığının ‘Orta Doğuya’ açılan kapısı Gazi Antep ile olduğunun ve oradan Halep’e, amcamın elbise, babamın da ayakkabı ticareti için gidip geldiklerinin rahmetli anamın ve komşularımızın buna ait onlarca hikâyelerin anlatılmasından hafızamda kalanlardan biliyorum.

Yarın nu konuya kaldığımız yerden devam edeceğim.