Ruh Sağlığı

İlginç gelebilir insana.

İnsanı önce hasta edeceksin, sonra arkasında onu iyileştirmek için ürettiğin ilaçları o hastaya satacaksın. Kapitalizm ve onun mülkiyet biçiminin temel özeliklerin den biri budur. Günümüzde, içinde yaşadığımız, her seçimde oylayıp tasdik ettiğimiz bu modeldir. Güzel ve kolay bir ticaret şekli. Hele İslam ülkelerinde bu modelin insan yaşamı üzerindeki etkileri(olumsuz)çok daha etkilidir. Tam bizim gibi, aynı karakteristik özelliklere sahip ülke insanlarının özelliği. Yani maddi yaşamın gerçekleri ile manevi yaşamın hayali, kaderci düşünme biçimi arasında sıkışıp kalmak.

Ne demek.!

Öyle bir hayat ki, kendisini hasta(ruhsal) olmaya sürükleyen şartları yaratan adamlara oy vererek iktidara getirip her türlü yetkiyi vereceksin, sonra dönüp onun senin hakkındaki tespitine alkış çalacak onun yerine kendini suçlayacaksın.

Hatta o kişiyi yine kendi kurtarıcın olarak göreceksin.

NASIL?

Şimdi.

En güncel ve somut olandan yola çıkalım.

Bir ekonomik sistemde insanlar, iktidara getirmiş oldukları siyasi partilerin kendileri için belirlemiş oldukları asgari ücret, yine o yöneticilerin tespit etmiş oldukları açlık sınırının altında ise ve bu insanlar hala aynı yönetim kadrosuna, parti ve ya partileri tekrar, tekrar iktidara, iktidarlara( yerel,genel)oy vererek getirip yönetilmeyi kabulleniyor ise o insanlar, bırakın bireysel hastalığı toplumsal bir ruh hastalığına yakalanmış demektir.

Bu tehlikeli bir durumdur. Çünkü bu durum birey için temel insan olma özelliklerinden biri olan sorgulama özelliğini kaybetmek demektir. Zaten İslam ülkelerinde,maddi hayatın insan yaşamı üzerindeki etkilerini, (olumlu ve ya olumsuz olsun)sorgulayarak siyasi bir tercihte bulunmak yasaktır.

Bu ruhsal durum kronik bir hale dönüşür ise (ki şu an öyle bir durumdayız,) bireyler toplumsal çözüm noktasında uzaklaşır, olayı sadece kendisine özgü bir sorunmuş gibi görür ve kendi sorunu ile ilgili kendince bir çözüm üretmeye çalışır. İşin içinde de çıkamayınca ya kendisine ve ya en yakınındaki kişilere zarar vermeye başlar. Ona göre suçlu kendisini o ekonomik şartlara iten kendisinin seçip iktidara taşıdıkları değil, kendisini o asgari yaşam standartlarına hapseden kendisinin ya kaderi ya da başarısızlığıdır.

Psikiyatride buna şirofrenizm denir. Yani kişi yaşadığı gerçekleri düşünüp kendince bir takım çözümler üretme yerine, manevi hayatına yoğunlaşarak farklı düşüncelere odaklanmaya başlar. Bu şekilde maddi hayatı ile manevi hayatı arasındaki bağ kopmuş olur.

Kişinin ekonomik durumu, buna bağlı olarak sosyal çevresi eğitim düzeyi de hastalığının boyutunu belirler. Psikiyatride hastalığa bazı istisnai durumlar dışında yoksulluk hastalığı denir.Çünkü daha çok dar gelirli yoksul kişiler bu çemberin içine düşerler.

Yoksulluğu yaratan nedir. Kendisine demokrasi adına oy vererek iktidarlara getirmiş olduğun siyasi partiler ve onların kadrolarıdır. Sosyal devlet uygulamalarının, gelir dağılımının küçük bir yönetici eliti ve onların çevresi lehine uygulandığı ülke ve toplumlarda bu tür hastalıklar oldukça yaygın olur. Bizim ülkede de gün geçerek artan bu sorun öyle tehlikeli bir boyuta ulaşmış olacak ki siyasi otorite buna yasal bir çözüm getirme gereği duyarak sorunu gündeme getiriyor. Halbuki bunun temel çözümü, sosyal devlet uygulamalarını toplumun geneline adil ve eşit bir gelir dağılımı olarak uygulamaktan başka bir yöntem olamaz. Bunun dışında yapılacak her türlü yasal düzenleme soruna yüzeysel, sunni bir tedavi den başka bir sonuç vermez. Batı Avrupa, özellikle de İskandinav ülkelerin de uygulanan sosyal devlet politikaları bunun için iyi bir örnektir.