SINIRLANMAYAN EGEMEN DESPOT OLUR

Ortaçağda devletin varlığı mutlak krallıkta görüldüğünden devlet ile kral aynı şahsiyette belirdiğinden, kral kendinden üstün başka hiçbir güç tanımamakta, hâkimiyet, hükümranlık kralın bir özelliği olmakta idi. “ Devlet benim” diyen kral, kendisine rakip bir iktidar tanımamakta, devlet gücünü ifade etmekte idi.

Krala mutlak egemenlik tanıyan bu anlayış, uzun mücadeleler sonuncu hükümdara tanınan bu yetkiler 1789 Fransız İhtilalı ile egemenlik, bir kişiden, (kraldan) alınarak, bir topluluğa, millete intikal etmiştir. Daha sonraki gelişmelerle, devletlerin anayasalarında yer almıştır.

Milli Egemenlik teorisine göre, egemenliğin sahibi millettir. Milli egemenlik millettin kendi kaderini kendi eliyle çizmesi, kendisini yönetenleri, her türlü baskıdan ve etkiden uzak olarak seçmeleridir.

Burada millet bir insan topluluğundaki geçmişte yaşayanları, bugün yaşayanları ve gelecekte yaşayacakları da içine alan soyut ve manevi bir kavramdır.

Halk egemenliği, felsefi temelini Rousseau’nun fikirlerinden alan halk egemenliği teorisine göre, egemenlik toplu olarak halka aittir; egemen güç halktır. Halk egemenliği, halkın iktidarın kullanımına sahip olmasını ve yönetime katılmasını şart koşar. Halk, milli egemenlik ilkesinde olduğu gibi kendisini oluşturan bireyler toplamından farklı olanların sentezinden oluşan soyut ve manevi bir varlık değildir. Halk somut bir varlık olarak belli bir anda sınırları belli bir ülke parçası üzerinde hâlihazırda yaşamakta olan vatandaşların toplamından oluşur.

Egemenlik kavramı uzun süre siyaset felsefesinde, kamu ve özel hukukta ve klasik politika biliminde merkezi bir yer tutmuş ve bu alanda yapılan çalışmaların temel uğraş alanı olmuştur. Kavramın ortaya çıkışı eski kadim medeniyetlere kadar uzanmış ve günümüze kadar anlam ve içerik bakımından önemli değişikliklere uğramıştır. Dar anlamıyla devletin sınırları belirlenmiş toprakları üzerinde başka bir erkin güç kullanamaması anlamına gelen egemenlik, geniş anlamda devlet gücü, devlet otoritesi kamu gücü gibi kavramlarla ifadesini bulan ve devletin kamu ve özel yaşama müdahalesine onay veren bir anlayışı simgelemektedir. Bu bağlamda özellikle Bodin ve Hobes gibi yazarlar egemenliği sınırsız, süresiz, tek ve mutlak üstün güç olarak ortaya koyarken, liberal görüşü simgeleyen Locke, Mill ve Kant gibi düşünürler ise egemenliğin sınırlandırılması ve bireysel hakların korunması üzerinde durmuşlardır.

Montesquieu’nun düşüncesine göre yasama yürütme ve yargı iktidarlarının tek bir kişi veya soylular topluluğu veya belli bir gurup ya da halk tarafından tek başına kullanılması; diğer bir ifadeyle bu üç kuvvetin tek bir elde toplanması halinde hürriyetler tamamen ortadan kalkacak, insanlar için her şey bitecek, iktidarın kötüye kullanılması yoluyla koyu bir despotizm yönetimi ortaya çıkacaktır.

Beşeri egemenlik teorileri içerisinde öne çıkan halk egemenliği ve milli egemenlik teorilerinin, ilk ortaya çıktığı dönemlerle günümüzde arz ettiği mana ve uygulamaların büyük ölçüde farklılık arz ettiği görülmektedir. Özellikle son iki yüz yıl içerisinde ortaya çıkan anayasacılık düşüncesi, hukuk devleti, anayasal devlet, anayasal demokrasi, küreselleşme insan hakları vb. alanlardaki gelişmeler, bu iki beşeri egemenlik teorisinde önemli dönüşümlerin yaşanmasına neden olmuştur. Günümüz şartlarında bir devletin hem sınırsız ve mutlak egemenliğe sahip olduğunu hem de demokratik hukuk devleti olduğunu söyleyebilmek mümkün değildir. Eğer bir devlete demokratik hukuk devleti diyorsak o devlet sınırlı devlettir. Azınlıkların hakları çoğunluk iradesi karşısında teminat altındadır.