TOP SAHALARIM 2

Dikkat ederseniz ben Malatya’nın bir zamanlarından merkezinden bahsediyorum. Yarabbim ne kadar şanslı bir kul imişim ki etrafımda bir km. çapındaki çevremde bu çayır çimen içinde kadar koşturacağım, ter atacağım yer varmış. Yaşamışım vallaha. Hafızamdaki Cennet Malatya’m benim halen gözlerimin önünde. Bu yerlerin hepsinin çarpık binalarla dolduğunu söylemeliyim.
Tabii yaş durmuyor, çocuklar da büyüyor. Ortaokul çağına geldiğimde Şirolu sokağına taşındık. Orada da şans bizden yana idi. Bolu beyi Fırınının yanında bir boşluk vardı. Bir tarafına kum dökmüşlerdi ama inşaat yapılmamıştı. Kum dökülen yer bizim güreş sahamız, diğer kısım ise futbol sahamızdı. Günde iki maç yapardık. Öğlende eve gelir yemeğimi yer, biraz ders çalışır sonra topa seğirtirdim. Top oynarken derslerimi tekrarlardım. Burada futbol oynamayı çok geliştirmiştim. Kaleciden bir gün topu alıp hiç düşürmeden rakip futbolcuları geçip gol atmıştım. Kendi kendime hayret etmiş, gururlanmıştım.
Mahallemizde de çok futbolcu yetişti. Başta Sefa Tatlıcı olmak üzere, Ethem, Metin Selçuk bu sahaların mahsulleridir. Bana futbol yönünden şans gülmedi. Çünkü; Fevzi Abinin tüm ısrarlarına rağmen babam okumasına engel olur diye futbol oynamama müsaade etmemiş. Eğer müsaade etse idi o zamanlar on beş yaşında iken Malatya’nın en iyi kulübü olan Adafıspor’un futbolcusu olacaktım. O zamanlar futbolda para da yoktu. Top bulunmazdı, ayakkabı bulunmazdı, eşofman bulunmazdı. Bazan Hasan Varol Okulunun bahçesinde de top oynardık. Sonra lise çağlarında o zamanki İsmi Beydağı şimdiki ismi Adaçayı sokağa taşındık. Evimizin yanındaki şimdiki Ayabakan apartmanının bulunduğu yer koşturacağımız saha idi. O boşlukta bir voleybol sahası yaratmış, voleybolcu da olmuştuk.
Ortaokul çağlarında futbol aşkı başlamıştı. Malatya’daki maçları hiç kaçırmazdım. Maça giderken bile babamdan para istemezdim. İstese idim mutlaka verirdi. On iki on üç yaşlarındayım Şeker stadında bir maç vardı. Gittim stadın yanına. Bedava gireceğiz ya. Mümkün olmadı. Dikenli tel örgüler vardı. Onun içerisinden geçip sahaya kadar koşmak lazımdı. O gün hiç fırsat bulamadım. Rahmetli babam nasıl oldu ise o gün maça gelmiş. Selami de maça gelmiştir diye kapıya kadar gelmiş.Selami diye bir ses geldi. Baktım rahmetli babam. Biletimi aldı, girdim sahaya. Hiç unutmam Malatya’da 1964 yılında büyük bir deprem olmuştu. O depremde o sahada trübünde maç seyrediyordum. Bir baktım saha deniz dalgası gibi dalgalandı, tribünden çatırtılar gelmeye başladı.Hemen trübünden indik. Oralarda dolaşırken zelzelenin sallamasından dolayı dut ağacından dutlar yere dökülmüştü. Topladım, bir güzel yedim. Teze Caminin minaresinin yıkıldığı zelzele idi o zelzele. Zaman zaman şeker stadında da top koşturmuşluğum oldu.
Önemli maçlar Şehir stadında olurdu.Şehir stadının etrafı tahminen iki metre boyunda taş duvarlala çevrili idi. Üzerine de dikenli teller germişlerdi. Duvarın kenarlarına da kaçak girmeyi önlesinler diye jandarmaları koymuşlardı. Jandarmalar çok katı değildi. Bir ara boşluktan faydalanarak duvara tırmanıp trübüne atlıyorduk. Maç gelirleri azalmış ki daha sonra o taş duvarları yükselttiler, ortalama yedi metreye ulaştırdılar. Artık herkes rahattı. Kaçak maça girmeyi önledik diye. Ama bir şey unutmuşlardı: o zamanın Malatya çocuklarının çok atletik ve çelik gibi bir yapıya sahip olduklarını. Bu duvarı aşmak bizim için peynir ekmek yemek kadar kolaydı.. Duvarların ek yerlerinden tırmanarak rahatça sahaya giriyorduk. Baktılar ki gene olmayacak o duvarın üzerine gene jandarma diktiler. Buna rağmen bedava stada girmemizi engelleyemediler.
Sümer stadında da güzel maçlar olurdu. O stada girmek çok daha kolaydı. Stada giriş ücretsizmiş. O statta giriş yerinin bulunduğu tarafta bir tümsek vardı. Maçları orada ayakta izlerdik.O stadda Mehmet Necati Işığın söylediğine göre tahtadan yapılmış bir protokol trübünü varmış.Ben trübünde maç seyretmediğim için hayırlayamadım o trübünü.
Gelelim Demir sahasına. Demirspor sahası şimdiki Demiryolları lojmanın bulunduğu yerde idi. Bizler artık lise çağına gelmiştik. Sınıflar arası ve mahalleler arası maçlar orada yapılırdı, nizami ölçülerde bir saha idi, kale direkleri dahi vardı. Bizim sınıfın iyi bir takımı mevcuttuı. Ben sol bek oynardım.Kalecimiz Yavuz Eron’du. İyi bir kaleci idi. Topları uçarak kurtarırdı. Bekir Zabcı, rahmetli Hikmet yardımcı bizim sınıf takımındaydı.Maçların devre arasında İstasyona koşar istasyon çeşmesinde bir güzel serinlerdik. Bir gün kadrosunda yedi tane futbolcu olan Korel’lerin sınıfı ile maç yapmıştık. Kıran kıran geçen maçta bizi yenememişlerdi. Menajerimiz kulakları çınlasın Mesut Ayabakan idi. Takımı o seçer ve dizilişleri o ayarlardı. Her maçtan sonra kara tahtaya isimlerimizi yazar her oyuncuya yıldız verirdi, sınıfta oynadığımız maçın kritiği yapılırdı.
Yarabbim ne günlerden ne günlere geldik. Şimdi o evlerimizin ve sahalarımızın yerlerinde yeller bile esmiyor. Hep apartman olmuş, O yeşillikler o sular kaybolmuş gitmiş. Şimdiki Malatya’nın çocukları balkon çocuğu olmuş. Hepsi dıgilik dıgilik. (şişman şişman. ) Yöneticilerimiz bu yazımdan mutlaka ders çıkarırlar, inşallah semt sahalarını mahallelerde yaratırlar, serpiştirirler.