Tarih boyunca insanlık yaşadığı acıları, kazandığı tecrübeleri ve öğrendiği dersleri hafızasına yazarak bugüne geldi. Fakat bugün, belki de ilk kez, hafızamızın kendisi bir tartışma konusu hâline dönüştü. Ne unuttuğumuzu bile hatırlayamadığımız bir çağdayız artık. Çünkü hatırlama biçimlerimiz değişti; düşünceyi takip eden bir hafıza değil, parmak ucuna taşınmış bir hafıza kullanıyoruz.
Günlük yaşamın her anı kayıt altına alınabiliyor ama hissedilen hiçbir şey uzun süre saklanmıyor. Her olay bir sonraki bildirim tarafından gölgeleniyor. Bir deprem oluyor, herkes konuşuyor; ertesi gün yeni bir kriz çıkıyor, ilkini unutuveriyoruz. Bir başarı yaşanıyor, umut yükseliyor; birkaç saat sonra başka bir gündem dalgası her şeyi sürüklüyor. İnsan unutmaya meyilli bir varlıktı, evet, ancak bugünkü unutkanlık doğal değil—hızla tüketilen bir algının yan ürününe dönüşmüş durumda.
Dijital çağ bize büyük bir kolaylık sundu: “Hatırlamaya gerek yok, nasıl olsa her şey kayıtlı.” Fakat işin ironik kısmı şu ki, her şeyin kaydedildiği bir dünyada neredeyse hiçbir şey kalıcı olmuyor. Çünkü kaydedilme hızı, hatırlanma hızından çok daha yüksek. Gözümüzün önünden akan bilgi trafiği, yaşadığımız anı bile bir sonraki akışa teslim ediyor.
Toplumsal hafıza dediğimiz şey aslında üzerine sürekli konuşulan, tartışılan ve yeniden anlamlandırılan bir süreçtir. Bugün ise tartışma derinliği yerini hızla tüketilen yorumlara bırakıyor. İnsanlar artık bir haberi okumak yerine başlığından kanaat üretiyor, bir videonun içeriğine bakmadan yorum yazıyor, bir olay hakkında kim ne dedi diye fikir oluşturuyor. Bu da hafızayı zayıflatmakla kalmıyor, ortak gerçeklik duygumuzu da aşındırıyor.
Dijital dünyanın bize unutturduğu bir başka şey ise beklemek. Bilginin olgunlaşmasını beklemek, duyguların süzülmesini beklemek, bir olayın arka planını görmeyi beklemek… Bugün hiçbirimiz beklemiyoruz. Her şey “hemen” olmak zorunda. Fakat hız, hiçbir zaman sağlıklı bir hafıza inşa etmez. Aceleyle alınan bilgi, aceleyle unutulmaya mahkûmdur.
Belki de bugünlerde en çok ihtiyacımız olan şey, durup düşünmek. Gündemi yavaşlatamasak bile kendi zihnimizin hızını düşürebiliriz. Bir haberi gerçekten okuyarak, bir görüşü anlamaya çalışarak, bir olayın neden ve sonuçlarını araştırarak… Çünkü hatırlamak, emek isteyen bir eylemdir. Unutmak ise çaba göstermediğimizde kendiliğinden gerçekleşir.
4 Aralık 2025 günü, dünyanın yoğun gündemine bir not düşmek gerekirse şunu söylemek yeterli olabilir:
“Her şeyin konuşulduğu bir çağda önemli olan neyi bilmekten çok, neyi unutmamamız gerektiğini seçebilmektir.”
Toplumsal hafızanın en büyük düşmanı artık olaylar değil; olayların arasına sıkışan sonsuz gürültü. Ve belki de hepimizin zaman zaman kendimize sorması gereken soru tam burada duruyor:
Bu kadar bilginin içinde, biz gerçekten neyi biliyoruz?