Bazen içimizi garip bir duygu kaplar. Öyle bir şey olur ki, bir türlü tarif edemeyiz o hissiyatı. Bir bakmışız ki, en sevdiğimiz insanın yanındayken birden ona karşı yabancılaşmışız. Bilinmezliğin ve arada kalmışlığın verdiği o gariplik, kendimizi başka duyguların içinde bulmamıza neden olur. O an hem bir dosta hem de yalnız kalmaya ihtiyaç duyarız. Kimi zaman dost iyi gelir. Yalnız olmadığımızı, hayatta yapılacak olan planların olduğunu hatırlatır. Kimi zaman da yalnızlık en büyük kurtarıcımız olur. Yalnızlık, bana kalırsa gidilmesi gereken ilk adrestir. Çünkü çoğu zaman içimizdeki her şeyi başka insanlara anlatamayız. Evet, karşımızdaki insan, bize ne kadar iyi niyetle gelirse gelsin biz içimizdeki her şeyi anlatacak kadar kendimizi hazır hissetmeyiz. Bu yüzden yalnız kalmak bu gibi durumlarda en büyük kurtarıcımızdır. Yalnız kalınca, iç muhasebe ile kendimizi buluruz.
Kim bilir, bu yalnızlık ve garip hissiyat içimizde yatan o büyük cevheri ortaya çıkartır. Kendimizi şiire, müziğe, resme, spora, bilime... adarız. İşte bu durum bizim dönüm noktamız olur.
Benim kendimi bulmam da böyle oldu. İçimi garip bir hissiyat kapladı ve ben yalnız kalmayı tercih ederek kendimi buldum. Ne zaman içimde bir huzursuzluk olursa gidip yalnızlık dergâhının kapısını çalarım. Yalnız kaldığım süre içerisinde kendimi kelimelerin o güçlü kolları arasına bırakırım. Onlar beni hiçbir zaman yalnız bırakmaz. Bana “içinde ne varsa anlat” demez. Kendimi hazır hissettiğimde, içimdeki dert yükünü taşıyacak kelime guruplarını bulurum. Onlar benim yerime dertlerimi taşır. Ben konuşmadan, onlar beni anlattır. Bense o sırada köşeme çekilip dinlenmeme bakarım. Dış dünya ile mücadele edebileceğim duruma geldiğimde ise; köşemden kalkar, boşalmış olan dert kefemi sırtıma atıp yalnızlık dergâhının kapısından nasıl içeri girdiysem o şekilde de dışarı çıkarım.