Kent kimliğinin başka bir ifadesi de su ile olan ilişkisidir. Kenti tanımlayan diğer bir özelik ise yerleşmenin su ile ilişkisidir. Topografya gibi fiziksel etkisinin yanı sıra su ve sulamanın getirdiği olanaklar, ürünleri ve ekonomik yapıyı da etkileyerek, diğer kentlerden farklı bir oluşuma neden olurlar. Bağ ve bahçelerin oluşumu, meyve sebze ile kentin geçinmesi, su ile sıkı sıkıya ilişkili bir doku yaratmıştır. Bu hem Malatya'mızın geneline ilişkin, özellikle de Yeşilyurt İlçemizin kendisine ilişkin ayrı bir yaşam tarzı yaratmıştır. Bunun yanında su ile ilişki, görsel ve diğer duyu organlarımızı harekete geçirerek ve o yöreyi çağrıştıran nitelikler de sunar.
Arkeolojik araştırmaları henüz yapılmamış olsa da, anlatacağım yerlerin bir gün yapılmasını bekliyorum. Malatya'mızın geneline baktığımızda özellikle su ile ilişkisi 'nelotik' çağla başladığını görüyorum. On bin yıl öncesi genelde 'avcı toplayıcı' topluma denk düştüğünü antropologlar söylüyor. Böyle bir dönemin Malatya'mızda yaşandığını ön görüyorum. M.Ö 10 bin yıllarda hemşerilerimizin bir kolunun Malatya'mızın Yazıhan İlçesine bağlı Buzluk 'Ansur7 köyündeki mağaralarda yaşayan, diğer kolunun da Malatya Merkez Beydağı eteklerindeki İnderesi bölgesindeki mağaralarda yaşadığını yaşadıklarını düşünüyorum. Bunların buralardan hareketle M.Ö. Fırat Nehri yataklarına indikleri ve yine yapılan kazılar, yapılan araştırma ve incelemeler sonucu, M.Ö. 8000 bin ylına tarihlene Cafer Höyüğün de yaşadıklarını antropologlar kayıtlara geçirmiştir. Bu nedenle Malatyalı kadim hemşerilerimizin suyla ilişkisinin, M.Ö. 8000 binli yıllara dayanan bir geçmişinin olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Özel olarak Yeşilyurt İlçemizin Bağ Köylerinde; Gündüzbey, Kilayık, Barguzu, Tecde, Çilesiz, Kuyuönü, Yukarı Banazı' dahil olmak üzere, onlarca yerleşim yerlerinde yaşayan hemşerilerimizin, suyla ilişkisinin binlerce yıl sürdüğünün, onun yaşamına, kültürüne, üretimine, inancına, diline, geleneğine bunun yansıdığını, bu nedenle hemşerilerimizin suyla ilişkisine, ayrıca bu açıdan da bakmamızın bizi yanıltmayacağını düşünüyorum. Yeri gelmişken buradan Malatya'mızı iki yarığından söz etmek istiyorum. Çarşıdan çilesize yaya gittiğimiz 1950'li yıllar. Paşa değirmeni denen, dolmuş ve otobüslerin Çilesiz'e çalıştığı, sonraki yılarda Saka Osman durağı dediğimiz, Hasanbey Caddesi üzerindeki semte geldiğinde hava değişimini hissederdik. Yılların deneyimli büyüklerimiz Beydağının iki yarığından şehrin havalandığını söylerlerdi. Biri; Beydağı eteklerindeki Konak'dan (Yukarı Banazı) çıkan, Güneyden Horata Çayı Vadisinden kuzeye uzanan yarık. Ne yazık ki bu yarığın önü Çilesiz, Karakavak ve diğer semtlerdeki yapılarla kesildiğinden, çocukluğumuzdaki o hava değişimini artık göremiyoruz. İkincisi; yine Beydağı eteklerindeki bugün Çöşnük diye adlandırdığımız yörede olan 'İn Deresi Yarığı.' Ne yazık ki, bunun önü de beton bloklarla doldurulduğundan, buradan da şehrin nefesi kesilmiştir.
Kültür yapısına gelince; hemşerilerimizin toplumsal yapısı, toplumsal ilişkileri, toplumun genel eğitim düzeyi, genel davranış biçimi, kimlik yapımızı belirleyen özelliklerden biridir.
Cumhuriyet'le birlikte devlet tarafından yapılan ve 1931 yılında başlayan demiryolu ağı, 1938-1939 yılında yapılan Sümer Bez, Tekel tütün, 1954 yılında Şeker Fabrikasının bir yandan şehrin ekonomik ve kültür yapısına etki ederken, nüfusumuzun büyük bir bölümünün köylerde yaşaması nedeniyle, bunun ilimizin bütününe etkisi sınırlı olmuştur. Karayolu ulaşımının ilin bütününe ulaşamaması nedeniyle, ilk karın yağışıyla birlikte, kışın il merkezinin köylerle, hatta bazı belde ve ilçelerle bağlantılarının kesilmesine o yıllarda tanık olmuşluğum olmuştur.
Toprak mülkiyeti ve sanayileşme olgularında da geçiş sürecinin özellikleri şehrimizde belirgindir. Toprak belirli ellerde toplanmamıştır. Küçük mülkiyet yaygındır. Kimi bağ köylerinde Gündüzbey, Çırmıktı, Yukarıbanazı, yoğun olarak, kısmen Kılayık, Barguzu, Tecde Çilesiz'de yaşayan hemşerilerimiz, yukarıda söz ettiğim demiryollarında ve fabrikalarında çalışmışlarsa da, topraklarından bir türlü kopamamışlardır. İş sonucu köylerine dönmüş, geleneksel kültürlerini sürdürmeye devam etmişlerdir. Kimlerinin söyledikleri gibi demiryolu ve fabrikaların kent yaşamına ve kültürüne önemli katkılarının olduğunu söyleyemiyorum. Bu fabrikaların ilimiz dışından gelen yönetici düzeyindeki bürokratların ve belirli sayıdaki Malatyalı eşrafın, bu iş yerlerinde özel günlerde düzenledikleri balolara ve eğlencelere katıldıklarını, oturdukları lojmanlar ve yaşam biçimlerinin kent halkı ile ayrı konumda olduklarını, 1945 yılından beri gözlemlerime dayanarak söylemekte bir sakınca görmüyorum. Bu yerlerin sinemalarına, lokantalarına ve yüzme havuzlarına sınırlı sayıda Malatyalı hemşerilerimizin katıldığını biliyorum. Kendim de bunları yaşayan biri olarak tanığıyım. İsmetiye Mahallemizde evimizin karşısında Sümerbez Fabrikasında çalışan, Ustabaşı ve şef konumundaki Seyfullah ağabeyimiz sayesinde, arada bir, bu fabrikanın sinemasına ve yüzme havuzuna alınırdık.
Son olarak çoğu kimse katılmazsa dahi, Malatyalı hemşerilerimizin özel teşebbüs ruhlarının gelişmesine, sanayileşmesine bu iş yerlerinin ket vurduğunu ve bu anlayışın Malatyalı hemşerilerimizin hep 'devletin' ağzına baktığını, bugün dahi hep ondan, yani 'devletten' iş, aş beklediğini rahatlıkla söyleyebilirim. 1950'li yılların öncesi, Malatya bu kitler sayesinde Türkiye'nin ekonomik bakımından ön sıralarında yer alırken, 1950'li yılların ortalarından itibaren siyaseten uzun yıllar devlet yatırımlarının durması nedeniyle, bugün nerdeyse ekonomik göstergeler açısından, 81 il arasında orta yerlerde gezindiğimizi söylemem hiç de zor olmayacaktır.
Hele hele 1960'lı yıllardan sonra, önceleri göçlerle gelen insanları absorbe (içine alırken) ederken, 1980'li ve 1990'lı yıllardan sonra göçle gelenleri Malaya kimliğine, kültürüne, ortaklaştıracağımız ve katacağımız yerde, giderek Malatya'nın kadim kültürü nerdeyse bunlara teslim olmuş durum da.
1950'lili yılların başında şehrimizin kenarı dediğimiz; Derme Kanalı üstü, Boztepe (Yeşiltepe,) Kiltepe, Taştepe yavaş yavaş gecekondulaşırken, kent yöneticileri imarı olmayan bu yerler için siyaseten önce sessiz kalarak, daha sonra elektrik, su, yol gibi alt yapı hizmetleri götürerek, ayrıca teşvik eder bir vaziyet aldılar. 1980 hele 1990'lı yıllardan sonra buraların çok pahalı olması sonucu, kenarın kenarı dediğimiz, Hanımın Çitliği, Orduzu, Dilek civarındaki yerleşim yerleri, Aşağıbağlardaki yerleşim yerleri kapışılmaya, bir yandan gecekondulaşmaya, daha sonra kent yöneticilerinin 'düzenleyici imar planlarını' hayata geçirmemeleri nedeniyle de, uygunsuz beton yapılar şehrimizi sarmalamaya başladı. Buradan çıkış yok mu? Derseniz, elbette var derim.
Bu konuları 'Yeşilyurt Kent Kimliği Çalıştayı' yazılarım içinde açmaya çalışacağım.