Yol Ayrımı

Türkiye cumhuriyeti devleti kurulduğu günden bu yana gerçek anlamda bir demokrasi yönetimi ile yönetilmedi. Sadece, her iktidar, demokrasi yönetimi uygulayacağız diye halktan oy isteyerek iktidara geldi. İktidara geldikten sonra kendi çıkarlarına uygun düşen bir demokrasi tanımı yaratarak onu uyguladı. Buna rağmen, yönetime gelen iktidarlar yinede kör topal, yarım yamalak bir demokrasi uygulamasında bulundular. Sözde demokrasi gereği.

Özellikle her seçim arifesinde bu demokrasi ve özgürlük vaatleri. Hak, adalet, hukuk. Ekonomik refah. Adil ve eşit gelir dağılımı vaatleri sıkça gündeme getirilir. Ona göre de halktan oy istenir. Kabul etmek gerekir ki çok partili seçim modeline geçtikten bu yana ilk defa Türkiye siyasi idare bakımında bu seçimde tam bir yol ayrımında.

Bu seçimde Türkiye halkı, halkları bu seçimde ya, her iktidar değişikliği ile kör topalda olsa uygulanmaya çalışılan ama çeşitli sebeplerden dolayı hep aksatılan demokrasi denemeleriyle kaldığı yerden yoluna devam edecek. Ya da, adı Cumhur ittifakı olarak adlandırılan, aslında otokrasi ve monarşi karışımı, günümüzde kimi tarafında ileri demokrasi, kimi tarafında Cumhurbaşkanlığı yönetimi olarak lanse edilen ve bütün yetkilerin tek elde toplandığı bir ortaçağ yönetim şekli ile daha da geriye giderek yoluna devam etmeye çalışacak. Tabi eğer yapabilir ise.

Peki, ekonomik, sosyal olarak bunun uygulanabilir bir alt yapısı var mı? Yok. Çünkü AK Parti iktidarının ilk dönemi hariç ondan sonraki her iktidar dönemindeki uygulamaları bir anlamda bunun bir alt basamağıydı.

İktidar çevrelerinin her seferinde "bizim davamız." olarak dile getirip ulaşmak istedikleri buydu. Sonuç ne oldu. Her yönü ile tam bir tıkanmışlık. Ve deyim uygun düşerse siyasi bir iflas.

Kapitalizm, özelliklede liberal kapitalizm şartlarında böylesi otokratik, monarşist bir yönetim modeli ile bırakın yoksul, dar gelirli halkın ekonomik ve sosyal refah seviyesini yükseltmeyi. Onlara; geniş anlamda hak, hukuk, adalet ve özgürlükler getirmeyi. Tam tersine bu alan tamamen daraltılır. Hatta tamamen ortadan kaldırılır. Bununla da kalmaz. Bizzat yönetimde temsil etmeye çalıştığı sermaye çevrelerini de baskı yolu ile kendi siyasal kontrolü altına alarak onların hareket alanını da daraltır.

Yani, ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel anlamda tam bir baskı yönetimi yasalaşmış olur. Günümüz siyasal literatüründe bunun anlamı. Açık Faşizmdir. Bu seçim bu bakımda Türkiye siyasal sistemi için bir yol ayrımıdır.

Evet, seçme ve seçilme açısında dar alana sıkıştırılmış hiç de demokratik tercihlerin uygulandığı bir seçim olmayacak. Çünkü halk tercih yoluyla kendi vekilini seçemiyor. Vekiller parti başkanları tarafında listelenip halkın önüne sürülecek. Ve halk hiç görmediği, tanımadığı insanlara oy verecek. Zaten baskın seçim ile toplumu bir anlamda buna zorlamak ta, arzu edilen otomonarşist yönetim modelinin bir alt hazırlığıdır.

Bu bakımdan, gerek millet ittifakı olarak bir araya gelen siyasi partiler, gerek diğer siyasi parti (HDP) ve demokratik kitle örgütlerine, sıradan her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına önemli görevler düşmektedir. Bunların başında ilk akla gelen de mutlaka sandığa gidip oy kullanmak ve oy kullanmış oldukları oylarıma sahip çıkmaktır.

Sonuç olarak Türkiye halkı bu seçimde kendi kaderini oylayacak. Her halükarda zor bir sürecin içinde geçiyor.