Buralara nerelerden geldik? Bunun cevabını araştırıyorum. Tek başıma ben bulamadım. Nasıl ki buraya ben değil ‘’dünya halkları’’ ile birlikte bizler getirdik, cevabını da dilerim ‘’dünya halkları’’ ile birlikte buluruz. Hani bir deyim vardı ya,’’bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete.’’
Geçmişimizdeki onlarca oyunlarımızdan birini sizlerle paylaşmak istiyorum.’’Pöt pöt pötürcek’’diye bir oyun oynardık. Bugünlerde yavaş yavaş hayatımızdan giderek uzaklaşan mahalle ile mahallelerimizin oyunlarındandı. İlkbahar ve sonbahar mevsimlerinde oynadığımız toplumsal temel oyunlarımızın başında gelirdi. Genellikle Nisan ve Mayıs ayları ile Eylül ve Ekim aylarında yağmurun yağmadığı günlerde bu oyunu oynar, hem de bu oyunu bir dilekle birlikte dile getirirdik. O günlerde İsmetiye Mahallemizin boş bir alanında toplanır, ellerimizdeki bir iki metre uzunluğunda sırık, bu sırığın uçlarına bağladığımız çaputları (küçük bez parçası) havaya kaldırıp, hep bir ağızdan yüksek sesle bağırarak,’’pöt pöt pötürcek, pötürceğe ne gerek Allahlım bir yağmur ver’’diyerek bütün mahalleyi dolaşırdık. Her birimiz daha önce evlerimizden getirdiğimiz kap kacakla, her evin kapısını çalar, pilavlık bulgur, tereyağı, kavurma toplardık. Tekrar ilk toplandığımız mahallemizin boş alanında, ateş yakar, analarımızdan tarifini aldığımız şekliyle pilav yapar, büyük bir sevinç ve keyifle hep beraber yerdik. Bu arada bir de yağmur yağınca tekrar büyük bir heyecanla, dileğimizin yerine gediğine inanarak, aynı nakaratı ‘‘pöt pöt pötürcek, pötürceğe ne gerek, Allahlım bir yağmur ver’’diyerek, yağmurun altında sırılsıklam oluncaya kadar mahalleyi baştanbaşa dolaşırdık. Mahallemizin bütün çocukları bu oyuna ortak olurduk. Mahalle ve sokak aralarında ortaklaşa oynadığımız onlarca oyunlardan yalnızca bir tanesi buydu.
Yalnız biz çocuklar ortaklaşa oyun kurmazdık. Büyüklerimiz de mahallenin sevinçlerinde, kederlerinde, ekmek pişirme, çamaşır yıkama dâhil, birçok alanda bir araya gelerek toplumsal dayanışmanın hafızamıza taşınmasına yardımcı olurlardı. Pazar günleri her ailenin bir daş arabası kiralayarak, onlarca arabayla Aşşağışehir’e, Venk’e şarkı ve türkülerin eşliğindeki gezilerimizi yapardık. 1940’lı yıların çocukluk hafızamın bir köşesinde tazeliğini koruyarak, zaman zaman depreştirerek ve iç geçirerek anarım.
Bugünlere nasıl mı geldik? Getirildik mi diyeyim. Varın sizler karar verin. Mahalleler giderek kayboluyor. Yalnız kaybolan mahallelerimiz mi? birlikte bizler de kayboluyoruz. Bu nasıl bir gidişattır ki,’’insanlarımız birbirine giderek değmeden yaşıyor.’’
Cemaatler birbirine değmiyor. Her biri kendi gettolarını oluşturuyor.’’ Kendi gettolarında çocukları birbirine değmeden yaşıyor.’’
Sonra her cemaat kendi içerisinde zengin ve fakir diye ayrışıyor. Zengin ve fakirler birbirlerinden ayrışıyor.’’ Zengin ve fakir birbirine değmeden yaşıyor.’’
Sonra sokak ve mahalleler yerini cadde ve bulvarlara terk ediyor.’’ Sokak, mahalle, cadde ve bulvarlar birbirine değmeden yaşıyor. Giderek hemşeri siliniyor, hemşeriler birbirine değmeden yaşamaya başlıyor.’’
Hemşerilerin meydana getirdiği şehirler kentleşiyor. Kentleşen kentler giderek birbirlerine değmeden ‘’metropol’’ oluyor.’’Kentler birbirine değmeden yaşıyor.’’
Derken metropollerde surların çevrelediği, bekçilerin beklediği apartmanlar oluşuyor.’’ Apartmanlar birbirine değmeden yaşamaya başlıyor.’’
Apartmanların içinde merdivenler yerini asansörlere terk ederken, merdivenlerdeki merhabalar asansörlerde boşluğu düşüyor.’’ Apartmanlarda yaşayanlar birbirine değmeden yaşamaya başlıyor.’’
Derken olan oluyor. Evlerin içi birbirine değmemeye başlıyor. Herkesin bir televizyonu, bir bilgisayarı, bir cep telefonu, bir dizisi oluyor. Giderek odalar ayrışıyor. Analar babalar ayrışıyor. Çocuklar babalarından, torunlar dedelerinden ayrışıyor. Amca, dayı, teyze, hala, bibi unutuluyor. Baldız, görümce, elti unutuluyor. ‘’Bunlar unutulunca, garındaşlık, gardaşlık unutuluyor. Gardaşlık unutulurda arkadaşlık dostluk kalır mı? Dostluk arkadaşlık da unutuluyor.’’
‘’Sesimi duyuyor musunuz? Siyaset erbabı! Boğuluyorum. Sizler her gün kendi aranızda tartışırken, kavga edip, küfürler en galiz halini alıp, işi kutsalımız bacılarımıza kadar küfrederek, siyaset ‘paçozlaştırılınca!’ benim giderek boğulduğumu görmüyor musunuz?
Kendinize gelin siyaset erbabı! Ülkemizin kadim kültürünü yerlere sererek, Ülkemizde ‘’GARDAŞLIĞIMIZIN ELİMİZDEN GİTTİĞİNİ GÖRMÜYORMUSUNUZ?
Aklımızı başımıza toplayalım. Bu günün yaşanan bir gerçekliği var. Bugün; Dünyanın herhangi bir yanında ki bir ‘’sorun’’, ne sorunun çıktığı ülkeyle sınırlı, ne tek bir kişiye, ne tek bir ülkeye özgü, onunla alakalı kalmıyor. Sorunlar da; ‘’küresel dalgalara muhatap. Çözümler de.’’
Siyaset Erbabı! Sizlere sesleniyorum. Bizlerin içeride birbirimize olan ‘’gardaşlığımızı ’’ ihlal etmeyiniz. Bozmayınız. Küresel dünyanın oyuncuları hemen kapımızın önünde, kapımızdan içeri girmek üzere birbirimize düşmemizi bekliyor.
Ya Siyaset erbabı! Sizler neyi bekliyorsunuz?