Türkiye, sık sık deprem gerçeğiyle yüzleşen bir ülke. Ancak her büyük sarsıntının ardından yalnızca binalar değil, bilgi ekosistemi de ciddi şekilde sarsılıyor. Depremin hemen sonrasında sosyal medyada yayılan yanlış bilgiler, paniği artırırken arama-kurtarma çalışmalarını da sekteye uğratabiliyor. Peki, bilgi kirliliği nasıl önlenebilir? Medya kuruluşları, uzmanlar ve devlet kurumları ne gibi sorumluluklar taşıyor?
Her büyük depremin ardından olduğu gibi, en az sarsıntı kadar yıkıcı olan bir başka sorunla karşı karşıya kalıyoruz; bilgi kirliliği. Sosyal medyada hızla yayılan asılsız iddialar, kulaktan dolma açıklamalar ve teyitsiz haberler hem halkı korkuya sürüklüyor hem de arama kurtarma çalışmalarını sekteye uğratıyor. Uzmanlar, bu “bilgi felaketi”ne karşı toplumsal bilinçlenmenin, doğrulama mekanizmalarının ve sorumlu yayıncılığın önemine dikkat çekiyor.
KRİZ ANLARINDA BİLGİ AKIŞI NEDEN ÖNEMLİ?
Afet anlarında kamuoyunun doğru ve hızlı bilgiye ulaşması hayati önem taşıyor. Yanlış bir açıklama, panik havasını tetikleyebilir; gerçek olmayan ihbarlar, arama-kurtarma ekiplerinin enerjisini ve zamanını boşa harcatabilir. Uzmanlar, özellikle ilk 24 saatin kritik olduğunu belirtiyor ve bu süreçte yalnızca doğrulanmış kaynaklardan bilgi alınması gerektiğine dikkat çekiyor.
Ana akım medya, özellikle de televizyon kanalları ve haber portalları, halkın bilgiye en hızlı ulaştığı mecralardan biri. Ancak haber yapma hızının doğruluk ilkesinin önüne geçmesi büyük sorunlara yol açabiliyor. Deprem uzmanları birçok medya kuruluşunun, teyit edilmemiş bilgileri flaş haber olarak sunduğunu ve bunun halkta panik yaratarak bilgiye güveni azalttığını vurguluyor.
Basın meslek örgütleri, medya kuruluşlarının acil durum protokolleri oluşturması gerektiğini ve afet dönemlerinde yalnızca resmi açıklamalara ve bilimsel verilere dayalı haber yapılmasının önemini vurguluyor.
Depremlerden sonra ekranlara çıkan jeoloji ve jeofizik uzmanlarının sayısında belirgin bir artış gözlemleniyor. Ancak her uzman görüşü, kamuoyunda aynı ağırlıkla algılanıyor. Bu da karmaşaya yol açabiliyor. Yer bilimcilerin ortak görüşü ise sahada olmayan, veriye dayanmayan analizlerin halkı yanılttığı ve bilgi sahibi olmanın başka, bilgi yaymanın başka bir sorumluluk olduğu yönünde.
Uzmanların, yalnızca kendi alanlarında ve yeterli veriye dayalı açıklamalarda bulunması gerektiği konusunda uzlaşı bulunuyor.
SOSYAL MEDYA HEM TEHDİT HEM FIRSAT
Sosyal medya, bilgi kirliliğinin en hızlı yayıldığı mecra olmasına rağmen, aynı zamanda doğru bilginin en hızlı yayılabileceği alanlardan da biri. Ancak burada da kullanıcıların medya okuryazarlığı devreye giriyor. Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK), depremin ardından yayılan asılsız haberler nedeniyle zaman zaman platformlara kısıtlamalar getirse de bu durum, iletişim akışını olumsuz etkileyebiliyor.
Uzmanlar, doğrulama platformlarının daha görünür hale getirilmesi gerektiğini ve kullanıcıların kaynağını bilmedikleri bilgileri paylaşmaktan kaçınmaları gerektiğini söylüyor.
BİLGİ KİRLİLİĞİYLE MÜCADELEDE ORTAK SORUMLULUK
Acil Durum İletişim Protokolleri: Medya kuruluşlarının, kriz anlarında nasıl hareket edeceğine dair standart prosedürler geliştirmesi.
Uzman Havuzu Oluşturulmalı: Bilimsel verilerle çalışan, yetkinliği onaylı uzmanların kriz anlarında referans alınması.
Sosyal Medya Eğitimi: Kullanıcılara yönelik medya okuryazarlığı kampanyaları düzenlenmeli.
Tek Merkezden Bilgi Akışı: AFAD ve Kandilli gibi kurumlar dışında kimsenin resmi açıklama yapmaması gerektiği net bir biçimde duyurulmalı.
Doğrulama Mekanizmalarının Güçlendirilmesi: Teyit.org gibi doğrulama kuruluşlarına daha geniş erişim sağlanmalı.