Yaralar ya iyileşir ya da derinleşir:
Derinleşen yaraların acısına alışırız; iyileşen yaraların acısı zaten geçer…
İnsan hayatı bir yolculuğa benzer; gezeriz, dolaşırız, yoruluruz… Yorgun zamanların eski durakları vardır, oralara sığınırız. Gözlerimize bir ufuk çizer, gökyüzünü kendi düşlerimize boyarız. Boyalarımız, eski zaman çarşılarından almışızdır, düşlerimizi çoğu kez çocukluğumuzdan…
Yolculukların zamana dağılımı, mevsimlere düşer. Her mevsimin kendi rengi, kokusu, düşü, yorgunluğu vardır. Sonbaharın hüzün şarkılarını, kışın beyaz soğuğunu, kırmızı elma kokusunu birlikte düşleriz. En çok hüzün durağında bekletiriz zamanı. Mevsimler çoğu kez bu duraklarda takılı kalır.
Hüznü çok mu seviyoruz ne? Hatta hüzünlü şarkıların ritimleriyle eğleniyoruz, halay çekiyoruz, alkış tufanları koparıyoruz. Sonra buğulanıyor gözlerimiz, kendimizi alamıyoruz hatıraların korosundan, eski zamanların şarkılarından, anlatılarından. Hikâye dilini de bundan dolayı çok seviyoruz. Kulak kabartıyoruz anlatılara, söylencelere, masallara. Oralarda bir tek güzellik kaldı çünkü! Oralarda sevdalar temiz, kahramanlıklar gerçek, insanlar vicdanlı, çıkarlar geride, insanın yüreği önde oturuyor. Şehirler güzel kokuyor, ozanlar güzel şarkılar çalıp söylüyor, bir kavalın sesi en güzel oralardan işitiliyor…
İnsanlık da mevsimlere ayrılmış durumda. Çocuklar, çocukluk elbette en güzel mevsimde… En güzel hayat hikâyeleri bu mevsimde. Masumiyet mesela… Çıkarsız dostluklar, arkadaşlıklar, yardımlaşmalar, dayanışmalar… Çocukların gözbebekleri dünyada kirlenmemiş en temiz yer. Sahi, biz büyükler şu dünyayı biraz da çocuklara mı terk etsek ne? Bırakalım,onlar konuşacak ortak bir dil bulurlar… Biraz “çocukluk mu etsek” ne?
Mevsimlerin yorganlara işlediği uykular,
Beyaz bir kar örtüsünün sessizliği,
Rüzgârın ıslığı,
Ocağın ateşi, çayın kokusu, kahvenin tortusu…
Her biri, birer mevsimdir işte. Uykuların düşleri, sessizliğin sesi, ıslığın şarkısı, ateşin sıcaklığı, çay kokusunun daveti, kahve tortusunun inceliği… Olsun, takvimlere sesimizi ekleyelim yine de. Ödünç bir sabaha uyansak da…
Ne çok yoruluyoruz.
Yorulmaktan da yoruluyor insan.
Sesine bir ezgi kondurmaktan, göğüne bir gülümseme iliştirmekten.