Toplum, güven, güvenilir bireyler…

Her zaman karmaşa içeren gerçeklik alanları…

Bir uçta toplum var ve birey diğer uçta mı yoksa kuşatılmışlık tarafında mı?

Ne oluyor da güven vermeyen bir topluluk ortaya çıkıveriyor veya nasıl oluyor da bireyler güven kaybında ciddi erozyonlar, aşınmalar yaşıyor?

Bu yazımızda, esasen, güven kavramının ana temasına değinmek mümkündür. Çok yönlü bir durum tespiti için ancak belli başlı göstergelerin resmini verebilmek. Toplumda güveni zedeleyen yönetimsel sorunlara, güvenilmezliğin ipuçlarını veren yöneticilere değinmek konuyu daraltabilir. Daha özden bakılabilir mi? Daha basitten bakılıp karmaşanın analizine imkân verilebilir mi? Güvenmek veya güvenilir olmak neden en sıkıntılı risk alanlarından yakasını kurtaramıyor?

Velhasıl…

Güvenmek, güvenilmek.

Dediğimiz gibi en basit dili seçmeliyiz…

Sevmek, sevilmek gibi, içinde bulunulan toplumda ve hemen her pratik adımda anlamı derinleşen kavramlardandır. Olumsuz yöne evrilince, bir bakmışsınız güvensizlik yıkıcı bir ruh haline bürünüvermiş. Dostluk kayboluvermiş.

Topluma gelince… Birlikte yola çıkanların yürekçe, akılca, anlayışça güven veren sadakat yemini ile şekilleniyor. Bir toplum veya bir topluluk için bunlar vazgeçilmez değere sahiptir. İsa’dan önce beş yüz yıl önce de Aristo, “toplumun kişilik oluşturucu yönü” üzerine kafa yormuştu. Karakter/ kişilik en çok güven ortamlarında gelişip tamamlanmaktadır. Güven de en çok toplum kaynaklıdır. Birey toplum içinde şekillenmektedir. Erdemliler, faydalılar, sanatkârlar, ahlaklılar… Toplum mümbit bir rahim adeta! İnsan bu rahimde şekillenmektedir. Evet, toplum aslında kişilik şekillendirici bir rahim görevindedir. Bu toplumsal rahim korunduğunda, kişilikleri güven veren bireyler de toplumda herkesi birbirine ayna yapan aktif özneler rolü üstleniyorlar. Çabucak çözülmeyen, savrulmayan, sapasağlam duran…

Güvenmek, güvenilmek.

Zamanla sosyolojinin kavramları değişti. Toplum ve birey kavramları da doğal olarak buna uydu. Bireyler değişik benzeşimlere konu oldu… Yeni tanımlar geldi…

Bazı değişimler yaşansa da yol ve seyir pek değişmedi aslında… Güvenmek veya güvenilmek mesela!

Örneğin toplumlar da tıpkı büyük “işletmeler” gibi; katılımın, yetki bölüşümünün, empatinin en sağlam zeminde güvene dayalı ilişki ve iletişimin kontrollü hafızası ile selamete yol almaktadır. Kapitalist yapılanmalar “kumanda” ve “kontrol” mekanizmalarıyla belki bir miktar “para” kazandılar ama asla güven tesis edemediler. Kapitalistleşen mantık her şeye “çalışan”, “müşteri”, “sermaye/kâr”, “daha çok sağımlık bireyler” ve “piyasa” gibi kavramlarla güvensizlik adına ne varsa tesis etmektedir. Bahsedilen bu arızi bakış toplumsal rahmi fesada uğrattı. Rahim aslında rahmete, merhamete de karşılık gelmektedir. Rahmetsiz, merhametsiz, anı kollayan ve anı geçmeyi planlayan hatta günü-bir şekilde - kurtarınca da kendisini başarılı sayan bir çarpıklık doğurdu. Bu çarpıklık hemen her dünya görüşünde hastalıklı bireyler üretmekten başka bir şeye hizmet etmemektedir. Bu yönüyle güvensizlik özgürlük daraltıcı bir hastalıktır aynı zamanda.

Hazır konu özgürlük ve güven ilişkisine gelmişken şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Özgürleştirici ortamlar veya demokratik ortamlar söz ve davranış tutarlılığı sağlamada her zaman başat olmuştur. Bir toplum özgürlük doyum eşiğine ne denli yakınsa ilişkiler de o denli güven vericidir. Demokratik olmayan toplumlarda güvensizliğin zirve yapması, her türlü ahlaksızlığın daha kolay yayılması ve hatta kabul görmesi kendiliğinden bir sonuç olarak ortaya çıkmaktadır. Demokratik olmayan toplumlardaki en büyük ahlaksızlık geri kalmışlık veya geri bıraktırılmışlıktır. Güven o toplumda kurumsallaşma fırsatını kaçırmış, toplum, özgürlüğe meyletme yönünden saptıkça “salt güce dayalı” insandışılaştırıcı süreçler de başlamış ve toplum her manada geri kalmıştır. Diktatöryel , tekelci, ayrımcı ve ötekileştirci… Bir de zorba… Despotizm önce güveni ve güven ortamlarının kalbini hedef alır. Toplum ihanet toplumuna dönüşmeye başlar… İhanet toplumu Allah korusun, “güvenilir” leri sarmaladı mı artık geri dönüş imkânsızlaşır! Ahlaksızlık her yeri doldurur.

Demek ki güvenmek veya güvenilmenin toplumun özgürleştirici potansiyeli ile yakın ilişkisi bulunmaktadır. Özgürleştirici toplumların “yaratıcılık” donatısını ortaya çıkarması bireyde de kişilik, yetenek, bilginin/ donatının paylaşımı, çok yönlü gelişim ve neticede de toplumun refah ve huzuru açısında nimetler ve fırsatlar vermiş olmaktadır. Toplum güven temelinden geliştikçe de rekabet salt kapitalist rekabet yaklaşımından uzaklaşarak iyilik ve hayırda yarışa dönüşmektedir. Böyle olunca da bireysel ve toplumsal değerler de pozitif feedback etkisi yaratacak dalgaları başlatır. Bu dalgaların da en evvel şeffaflık sahiline vuramaya can attığı da unutulmamalıdır. Çünkü, şeffaflık özgürleştirici toplumların en bilindik karakteristiğidir. Toplumda maske kullanımı azaldıkça “gizli kapaklı işler” de azalma trendine girer. Maske kullanımı, etkisini şeffaflığı örtmekle göstermekle yetinmez daha derinlikli güvensizliklerin peşine takılır.

Şu durumda bir toplumda güvenmek veya güvenilir olmak dünya görüşleri ile bağları bulunsa da insani, evrensel ve tecrübi yönüyle de “ toplumsal rahim oluşturuculara” sorumluluklar yüklemektedir. Öyle ki “her kesimden” insanlara “ahlaklı olma” imkân ve fırsatı veren bu sorumluluk alanlarının çoğaltılması mazeret kabul etmemektedir.

Ne mutlu güven veren güvenilir insanlara!