Hiçbir şey tarihin herhangi bir mekanik ‘’mantığı’’ tarafından belirlenmez; Her şey bizim bugün ve şimdi ne yaptığımıza bağlıdır. Torunlarımıza bırakacağımız miras da bu değil-midir?

Bilimin basında işgal ettiği yerin sanatınkine asla ulaşamayacak olmasının bazı gerçek nedenleri var. Sanata verilen yerin büyük kısmının haber değil, yorum niteliği ağır basar. Bilim, eleştirmenler tarafından yorumlanabilecek bir icra sanatı olmadığı gibi seyirlik bir spor da değil. Hem sanatta hem de bilimde daima kıtlığı çekilen şey düşüncelerdir, özellikle yeni ve tesirli düşünceler.

Bilimin kitle iletişim araçlarıyla yaygınlaştırılmasının geliştirilmesine ihtiyaç olduğu besbelli. Ama bunu yapabilmek için haber toplama dinamiklerinin bir kısmını ve bir gazetenin ya da haber televizyonunun çalışma tarzını anlamak gerekir.

Birçok bilimsel gelişme ilginç olabilir, ama bu gelişmeler birkaç basit sınavdan geçmediği sürece yaygın bir şekilde haber yapılmayacaktır.

Bu sınavlar şu sorulardan oluşur; Bu haberden ne kadar insan etkilenecektir? Haber herhangi bir şeyi değiştirecek- midir? Haber herhangi bir kimseyi kızdıracak ya da rencide edecek midir? Hükümetin ya da yerel yönetimlerin politikalarına ilişkin içerimler var mıdır?

Şu büyülü tabirde olduğu gibi, haber bir ‘’konuşma konusu’’ –insanların evde ya da işyerinde konuşacakları bir şey olacak mıdır?

Haberin sırf mantıkdışı olması sayesinde ilgi toplaması o kadar ihtimal dışı mıdır? İşin içinde olan gazetecilerin tecrübe yoluyla öğrendikleri gibi, bir öykünün bu ölçütlere uyarken bir diğerinin uymadığına karar vermenin birçok gerekçesi vardır. Bu gerekçeler medyanın dışında kalanlara genellikle tuhaf gelir. Gazetelerin bir konuya çok kısa bir süre için yoğunlaştırmaları ve hiç çözüme kavuşturulmaksızın süre giden bilimsel sorunlara duydukları ilgiyi kısa sürede yitirmeleri özel bir zaaftır. Bu sorunların çevrenin bozulması ve yerkürenin ısınması gibi birçok acil sorunu içermelerinden ötürü kamunun basın tarafından aldatılması tehlikesi vardır.

Ama gazeteler suya sabuna dokunmayan akla uygun olaylara değil, kesin net yanıtlara ihtiyaç duyarlar. Öyle mi?

Yeni iletişim araçlarının patlama yaparak büyümesi birçok fırsat sunuyor. İletişim, enformasyon ve bilgisayar bilimi yeni formatlar-multi-medya gibi- ve telekomünikasyon yoluyla enformasyona yeni erişim metotları yaratmak üzere birleşmektedir. Uydu yayını ve kablolu yayın, ulaşılabilen televizyon kanallarının sayısını artırdı ve aynı zamanda eldeki bileşimi zenginleştirdi. Sözgelimi uydu yoluyla yayın yapan Keşif Kanalı bilim, teknoloji ve doğal dünya hakkında yapılan programlar ayrılmıştır.

Oysa bunlar olurken bir yandan da haberin her türlüsü, mekân farkı gözetmeden ansızın, zaman dilimini hiçe sayarak, yolda yürürken, uyurken, uçarken birde bakmışsınız avucunuzun içinden, ya da yanı başınızdan ayırmadığınız, ayıramadığınız küçük aletin içine düşüvermiş.

Medyanın barındırdığı küresel mahiyetin gittikçe artması aynı zamanda yeni yükümlülükler dayatmaktadır. Üreticiler, yayımcılar, işlemciler ve yayıncıların, ortaya koydukları ürünlerin sınırları çiğneyip geçmesinden ötürü ahlaki yükümlülüklerinin farkında olmaları gerekir. Sınırların çiğnenmesinin bir sonucu olarak yayıncılığı geleneksel olarak yönetmiş olan düzenlemelerin ve kuralların çoğu gittikçe öngörülemez hale geliyor.

Son bir cümle; Malatya basının 1990 yılından günümüze işleyişini, yeri ve zamanı geldiğinde bir gün ele alacağım. Kendini Malatya basının önde geleni, medyanın birincileri zannedenlerin, nasıl da paranın gücü ve hâkimiyeti karşısında yön değiştirdikleri, kamu kurum ve kuruluşlarına atandıkları zaman, nasıl bir kalem erbabı oldukları, basının izini sürenlerce ayan beyan ortadadır. Hiç olmazsa bizi basının içinde görmeyenler için varsın bilim medya ilişkisine değinirken, bu konulara da küçük bir parantez açayım dedim.

Bir gün gelecek, yeni medyanın dünyasında, meslek ahlakı ve daha iyi eğitim, merkezi hükümetin ve yerel yöneticilerin koyduğu kuralların yerini almak zorunda kalacaktır.

Sorulması gereken asıl soru şu. Gerçekten böylesi bir medya yapısı, paranın hâkim olduğu bir dünyada gerçekten olabilme olasılığı ne kadar gerçekçidir?