Bilim hem bir kültürdür hem de bir alet. Bilim hem tam anlamıyla hem de metaforik olarak aydınlanma sağlar ve genelde bilimin en az arz edildiği yerde insanların büyük yoksunluklarla cebelleştikleri görülür. Sözgelimi bilim okuryazarlığı ihtiyacı, en keskin haliyle gelişmekte olan (örneğin bizde) uluslar içinde hissedilir. Çevre tahribatının yalnızca bir tanesini oluşturduğu bütün bir sorunlar yumağını çözüme kavuşturmak istiyorsak eğer, insanın potansiyelini dünya çapında geliştirmek zorundayız. Ama sorun en keskin haliyle gelişmekte olan ülkelerde ortaya çıkar.

Ülkelerin sürdürülebilir bir gelişme doğrultusunda hamle yapma kapasitesi temelde ihtiyaç duyulan birçok bilimsel ve teknik alanda vasıflı insan gücü arzına bağımlı olacaktır. Bir ülkenin gelişmeyi ayakta tutma kapasitesi aynı zamanda uygun politikalara, hukuki, düzenleyici ve politik çevrelere bağımlıdır. Gelişmenin sağlanması bir ülkenin uygun teknolojiyi seçme kapasitesine de bağımlıdır. Sağlam yerli teknolojilerin geliştirilmesi ve teknoloji aktarımı yoluyla ithal edilen teknolojilerin özümsenmesi ve uyarlanması için vasıflı insan gücü, bilgi, teknik beceri ve yeterli sayıda ‘eğitimliinsanzorunludur.’

Üniversiteler yüksek vasıflı yurttaşlar yetiştirmeyi amaçlayan yoğun, ‘hayatboyusürenbireğitim’ veren birer merkez olmalı. Gerekli bilgi ve vasfa sahip olanlardan her şey beklenebilir, ama böylesi vasıflar olmaksızın gelişme gerçekleşmeyecektir.

Mevcut eğitim programlarının tamamı sektörel ya da disiplinler programlar olup, halk, kaynaklar, çevre ve gelişme arasındaki karmaşık etkileşimlere hitap etmemektedir. Bu sorunlarla başa çıkabilmek için ‘disiplinler arasıiçgörürlere’ sahip olacak insan potansiyeline ihtiyaç duyulmaktadır. Eğitim bu yönde insan yetiştirmeye acilen çözüm bulmalıdır.

Hem sorunları hem de imkânları, bugün bilimin en hızlı gelişen alanı olan ‘biyoteknolojiyi’ ele alınması zorunlu bir hal almıştır. Moleküler biyoloji ve genetik alanlarındaki yeni düşüncelerde görülen patlamanın gelecek kuşakta eczacılık, tıp, veterinerlik, tarım, gıda ve beslenme ve diğer alanlarda yaygın bir uygulamaya kavuşması muhtemel görünüyor.

Gelişmekte olan ülkelerin sağlık, tarım ve beslenme alanlarında iyileştirmeler kaydetme potansiyeli açıkça ortada, ama tehlike de yine öyle. Hükümetlerin ve şirketlerin önemli keşiflerin imtiyaz hakkının satın almaya çalışarak kendilerini korumaları yüzünden, ‘biyoteknoloji devrimi’ bilginin denetlenmesini yoğunlaştıracaktır. Hiç kuşku yoktur ki, daha yoksul ülkeler, ’biyoteknolojiden kazanacak pek çok şeyleri olmasına rağmen,’ böylesi bir bilimsel ‘ticaret savaşında’ yitiren taraf olması gözüküyor.

Belli başlı birkaç ülkenin ürettiği bilgiye, teknolojilere ve kültür ürünlerine bağımlılık bir olgudur, ama hiç kimse bilimsel gelişmenin sonsuza dek seyircisi olarak kalmakla yetinemez. Kendi geleceklerine sahip çıkmayı isteyen halklar, ne denli mütevazı olurlarsa olsunlar, ‘küresel bilgi’ deposuna katkıda bulunmak ve buradan payına düşeni almaya muktedir olmak zorunda kalacaktır.

Bu konuları aktarmaya devam edeceğim.