Aslında insan denen canlının hayata gözlerini açması ile başlayan bir eylem şeklidir savaş.

Tarihi süreci içerisinde çok masumane bir eylem ve mücadele şekli olan bu eylem ve mücadele şekli,hemcinsleri ile ortak yaşam alanına geçer geçmez masumane özelliğinde uzaklaşıp farklı şekillere bürünerek günümüze kadar gelmiştir.
Kimi,sağlık,kimi sosyal,kimi kültürel,kimi siyasi,kimi askeri,kimi dini kimlik ve çelişkiler üzerinde ortaya çıkmış olsada ta baştan itibaren hepsinin temelinde ekonomik nedenler olmuştur.
Küçük veya büyük.
Bireysel veya toplumsal olsun.
Her savaşın temelinde bu ekonomik paylaşımların eşitsizliği yatar.
İnsanlık;kendi var oluş tarihi içerisinde çok büyük bedeller ödemiş olsada,hiç istemiyerekte olsada bu gerçeği şu veya bu kimliği ile hep yaşamıştır.
Toplumların bireysel hayat alanında başlıyan küçük ekonomik sorunlar kendi mecrasında insanların lehine olacak şekilde çözümlenmediği zamanlarda bu küçük sorunlar büyük toplumsal sorunlara dönüşmüş veya dönüştürülmüştür.
Bu dönüştürülme olayı toplumların siyasi,sosyal,kültürel olarak kendi içlerinde devletleşme süreci ile başlar.
Toplumların içinde,toplumları yönetmek için ortaya çıkan kimi güç ve odaklar,sınıflar,kişi ve kurumlar yönetmeye çalıştıkları toplumları, daha rahat ve sorunsuz idare edip yönetebilmek için çeşitli yöntemlere başvururlar.
İnsanlık tarihinin her aşamasında bu yöntem çoğunlukla hep savaş yöntemi olmuştur.
Yani insanın en önemli içgüdüsü olan yaşama.Yani hayatta kalma içgüdüsü ile, yani can güvenliği ile tehdit etmek.
Bu yöntem daha ziyade yönetmekte oldukları toplumların ağırlaşan ekonomik sorunlarına çözüm üretmekte çaresiz ve çözümsüz kalmış olan idareci kişi,kurum ve iktidarların başvurdukları en kolay ve etkileyici çözüm yolu olmuştur.
Bedeli her bakımdan ağırdır ama kolay ve kestirme bir yoldur.
Yani her bakımdan.
İçerde veya dışarıda savaşılması gereken bir düşman yaratmak.
Toplum, yapılan eylem ve propagandalar ile burya yönlendirilir iken diğer taraftan eldeki yönetim erkini(gücü)korumaya çalışmak.
Ekonomik,sosyal,kültürel,eğitim olarak yeterince gelişmemiş.
Kendi arasında örgütlenememiş.
Geçmiş toplumsal değerlerin etkisinde yeterince kopmamış.
Demokratik yönetimsel katılımcılıktan uzak toplumlar bu senaryolar için ideal birer platodur.
Dikkat edin, gerek günümüzde gerek geçmişteki savaşların taraflarına,amaçlarına bakın bazı istisnalar hariç genelde hep benzer özellikleri görürsünüz.
Yani aynı benzer özellikleri olan toplumlar.
Geçmiştekileri bir tarafa bırakıp, günümüze baktığımızda içerde kendi toplumlarının sorunlarını çözememiş veya çözmekte yetersiz kalan toplum ve devletlere ve o devletleri yöneten iktidarlara bakın hepsinin içerde veya dışarıda bir veya birden fazla düşmanları vardır.
Kimi,milliyetçilik,kimi dindarlık,kimi mezhepsel düşmanlıklar.
Bunlar, yeri zaman ve koşullara göre değiştirilir.
İşin garibi bu toplumları yönetmek için iktidarlara talip olan siyasetçiler her dönemde yönettikleri toplumları ağırlıklı olarak bu suni düşmanlıklar üzerinde propağanda yaparak iktidara gelirler.
Toplumların asıl ekonomik sorunları bu şekilde perdelenmiş olunur.
Hatta bu noktada sorumluluk bile taşımazlar.
Çünkü herhangi bir durumda dönüp kendisine oy veren seçmenlere,insanlara sorumlu biz değiliz sizsiniz derler.
Çünkü biz iktidara geldiğimizde bunların hepsini sizlere anlattık.
Sizde kabul deyip bize oy verdiniz!
Yani; aslında haksızda değiller.
Ve bu şekilde ortaya çıkan savaşların ağır ekonomik faturalarını zam ve benzeri yöntemlerle yine bu toplumlara ödettirirler.
Ve bu toplumlar,fakirleştikçe fakirleşirken aynı toplumların yöneticileri tam tersine bu savaşlarda bile,zenginleştikçe zenginleşmeye devam ederler.
Yani savaşlar "zorunlu olmadıkça bir cinayettir"ler diyordu Atatürk.
Şu anda yapılan bir savaş değil işlenen bir cinayettir.
Onun siyasi ve askeri bir savaş olan bu savaşa son verip toplumun asıl sorunu olan ekonomik savaşı çözmek en önemli çözüm olacaktır.
Zira.
Gelişen her toplum savaş politikaları ve ortamlarında değil.Barış politikaları ve ortamlarında gelişip büyümüşlerdir.
Toplumun buna ihtiyacı var.