Eski Malatya’da anlatılan her hikayenin bir "andana"sı vardı. “Sabah cegette dolaştım, andana eve geldim” diyen biriyle karşılaşsaydınız, bu size artık bir film sahnesi gibi gelebilirdi. Oysa bu kelimeler Malatya’nın günlük yaşamının ta kendisiydi.
Dar sokaklar “ceget”, çocuklar “çağa”, kapının kilidi “köcek”, ayakkabı ustası “köşker”, çalışkan kadınlar “evcuman”, evin tavanı ise “arastah” olarak adlandırılırdı. Her kelime, yaşamın bir alanına dokunuyor, bir dönemin ruhunu taşıyordu.
Bugün “kepçe” dediğimiz mutfak aleti o günlerde “çömçe”ydi. "Sana bir dekmik atarım!" cümlesi ise hem kızgınlık hem de sokak ağzının doğallığını gösterirdi.
Pikniklere “hayfene kurmak” denirdi ve orada pişen yemeklere “hayfene” adı verilirdi. Sofraların olmazsa olmazı “katıh” (ayran) olur, yanında “pirpirim” (semizotu), “samut” (dereotu), “gilgil” (mısır) ile donatılırdı. Tüm bu kelimeler sadece birer sözcük değil, bir yaşam tarzının sesi, evlerin kokusu, tarlaların sesi, sobanın başındaki sıcak sohbetti.
Su kovasına “sitil”, büyük leğene “teşt”, raflara ise “tahtıbeg” denirdi. Bu kelimeler, evin içindeki düzeni, titizliği, emeği anlatırdı. Tereyağı yapılırken çıkan “kef”, çamaşır dövmek için kullanılan “köpüç”, un elenirken elden geçirilen “kemis”... Hepsi bir zamanların emek kokan günlerinden izler taşır.
“Yalenlik” yani şaka yapmıyoruz. Bu kelimelerin çoğu bugün kullanılmıyor. Çocuklarımız "manıh" kelimesinin bir kedi yavrusu olduğunu, “bıldır”ın geçen yıl demek olduğunu, “dığasgen”in loğusa kadın anlamına geldiğini bilmiyor.
Düğünlerden kalan hediyelere “teberik” denirdi. Her biri bir hatıraydı. Şimdi ise hem teberikler, hem o teberikleri anlatan kelimeler yok olmak üzere.
Dil, bir şehrin ruhudur. Malatya’nın unutulmaya yüz tutmuş bu kelimeleri, sadece nostalji olsun diye değil; kültürel hafızayı yaşatmak adına da çok kıymetli. Belki bir gün, “helbet” (evet) diyerek bu kelimeleri yeniden gündelik hayata kazandırabiliriz.