Gazeteci Sedef Kabaş çıktığı bir TV kanalında Cumhurbaşkanına hakaret ettiğine yönelik olarak sarfettiği iddia edilen sözler nedeniyle tutuklandı. Olay kamuoyunda ve muhtelif çevrelerde yoğun bir şekilde tartışılıyor. Esas itibariyle ve özellikle hukuk çevrelerinde gözaltına alınma şekli ve tutuklanma kararının irdelendiğini görüyoruz.
Bu minval üzere Sedef Kabaş olayını hukuki ve siyasi olmak üzere iki parametre dahilinde değerlendirmek gerekir.
Hukuki açıdan meseleye baktığımızda; gözaltı şeklinin ve tutuklama kararının kesinlikle yanlış ve mevzuata aykırı olduğunu ifade edebiliriz. Ortada bir suç üstü hali olmadığına göre, şüphelinin kolluğa/Cumhuriyet Başsavcılığına davet edilerek ifadesinin alınması gerekirdi. Gece saat 02:00’de evine polis operasyonu ile gözaltına alınması, gündüz saat 10:00’a kadar gözaltında tutulması, tutuklama kararının verildiği saat 19:00’a kadar da Adliyede tutulması yargı uygulamamızın en trajik hallerinden birinin tekerrür haliydi maalesef.
Sulh Ceza Hakimliğinin adli kontrol tedbiri uygulama yoluna gitmeksizin doğrudan tutuklama kararı vermesi de hukuken yanlış olmuştur. Zira, Cumhurbaşkanına hakaret suçunu düzenleyen TCK. 299. Maddesinde öngörülen ceza 1 ila 4 yıl arası hapis cezasıdır. Maddenin 2. fıkrası da suçun nitelikli halini düzenlemekte ve verilecek cezanın 1/6 oranında arttırılmasını öngörmektedir. Somut olayda fiil basın yoluyla işlendiğinden; şayet şüpheliye isnat edilen suç sabit görülürse, mahkeme suçun nitelikli halinden ceza tesis edecektir. Yargılamayı yapacak mahkeme suçu sabit gördüğü takdirde, azami hadden ceza tesis etse dahi şüphelinin alacağı ceza miktarı maksimum 4 yıl 8 ay hapis cezası olacaktır. Tutuklama nedenlerini düzenleyen CMK. 100. maddesine göre mezkur suç katalog suçlar arasında da sayılmamaktadır. Şüphelinin alacağı cezanın tabi olduğu infaz rejimi, delilleri karartma ve kaçma ihtimalinin bulunmaması, ölçülülük esası, tutuklama tedbirinin istisnai olması gibi nedenlerle, ceza tekniği açısından tutuklama kararı hatalı olmuştur.
Diğer bir konu da, TCK. 299. madde Parlamenter Sistemin cari olduğu döneme ait bir düzenleme olup, sembolik görevleri haiz, her hangi bir partiyle ilişiği olmayan Cumhurbaşkanına hakareti yaptırıma bağlayan bir maddedir. Yeni sistemde, yani Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde, Cumhurbaşkanının aynı zamanda bir partinin genel başkanı olması nedeniyle, işbu maddenin yeni duruma uyarlanması da gerekirdi. Yasadaki bu boşluk yerini koruyorken, gerçekleştirilen tüm fiillerin Cumhurbaşkanına hakaret suçu olarak telakki edilmesi, ayrıca hukuki bir garabettir. Evvelemirde bu yasal boşluğun yeni sisteme uyarlanması ve yeni bir düzenlemenin yapılması bir zarurettir.
Gözaltı ve tutuklama kararının arkasındaki siyasi saike bakmakta yarar var. Süreci dikkatle takip ettiğimizde, şüpheliye yapılan operasyonun hem hukuki hem de siyasi bir minval üzere yürüdüğü çok net bir şekilde görülmektedir. Daha şüphelinin gözaltı süreci devam ederken, TCK. 299/3’e göre, kovuşturma izni verme yetkisini haiz Adalet Bakanının, masumiyet karinesini ve soruşturmanın gizlilik esasını ihlal ederek, şüphelinin suçu sabitmiş gibi ve yargıyı bertaraf edecek şekilde Twit atması, keza Cumhur İttifakı İktidarına mensup ortak ve yetkililerin yargının tarafsızlık ve bağımsızlık karakterini hiçe sayan, baskı olarak telakki edilecek sözlü ve yazılı beyanatları, somut olaya siyasi bir hüviyet de kazandırmıştır.
Şu halde, somut olay üzerinden geliştirilen siyasi baskı, günün konjonktüründe yargının görevini tarafsız ve bağımsız bir şekilde yapmasına olanak verebilir mi?
Diğer taraftan, Gazeteci Sedef Kabaş’ın atasözü olarak sarfettiği, “Taçlanan baş akıllanır.” ve “Öküzü saraya koysan, saray ahır olur.” mealindeki sözleri, maksadını aşan ve asla kabul edilmesi mümkün olmayan sözlerdir. Sövme ve hakaret eylemini mündemiç bu cümleleri sıradan vatandaşa da söyleme hakkımızın olmadığını ifade etmeliyiz. Elbetteki şüphelinin kastının ve hedefinin Cumhurbaşkanı olup olmadığına yargı karar verecektir.