‘SİLİKLEŞME’ kavramını ‘Toplumsal Yapıya’ yükleyerek sosyolojiye yeni bir ‘Kavram’ üreterek, doğru mu, yanılış mı yaptığımı bilmiyorum. Ürettiğimi zannettiğim bu kavramın sosyoloji kuramcılarınca kullanıp kullanmadığını ve bu sözcüğün sosyolojiye eklemlenmiş bir kavram olduğuna dair bir bilgimin olduğunu da söyleyemem. Ancak, yıllarca önce 15 Nisan 2002 tarihinde Malatya Güneş Gazetesine yazdığım köşe yazımın başlığına ‘Kenarın Kenarında Neler Oluyor?’ anlamında bir başlık atarak sosyoloji literatürüne ‘Kenarın Kenarı’ diye Malatya özelinde bir kavramı kayıtlara geçirdiğimi söyleyebilirim. Bu günde bu köşe yazımla ‘Toplumsal Yapıya’ yüklediğim ‘Silikleşme’ kavramının böylece kayıtlara geçmesini istiyorum.

İnönü Üniversitesi sosyoloji bölümü 2.sınıfının çömez bir öğrencisi olarak ‘Toplumsal Yapı’ üzerine yüklediğim ‘Silikleşme’ kavramını yalnızca yapıyla özdeşleştirmeyip, toplumsal yapı içerisinde yer alan kurumlar, guruplar ve insanlarla birlikte işlevlerinin de günümüzde giderek ‘Silikleştiğine’ şahit oluyorum, şahit oluyoruz. Bu söylediklerimi açmaya çalışayım.

Silikleşme kavramı günlerdir yoğun bir şekilde zihnimin içerisinde dolaşıp duruyordu. Bundan kurtulmamın yolunun, daha doğrusu zihnimde dolaşan bu soyut kavramı terim olarak dışarıya çıkartıp, sözcüklerle yazıya dökünce ‘Toplumsal Yapı’ kavramının anlamını ve yöntemini açarak bana yol veren, anlamama emek harcayan saygı duyduğum İnönü Üniversitesindeki ‘Sosyoloji Bölümü Hocalarımı’, bugüne kadar kitaplarından, düşünce, fikir ve makalelerinden yaralandığım hocalarımı da buradan saygıyla selamlıyor ve yazımı değerlendireceklerini düşünerek, beni bu konuda aydınlatacaklarını umuyorum.

Küresel dünyadaki ülkelerin her birinin, zaman ve mekân içerisinde ‘Toplumsal Yapıları’, değişip dönüşerek bugünlere gelindi. Sosyoloji bilimi kuramcıları bu yapıları; Avcı Toplayıcı ve Bahçecilik Toplumu, Feodal Toplum, Sanayi ve Endüstri Toplumu, Post Endüstriyel Toplum diyerek adlandırdılar.

Sosyoloji Bilim Kuramcıları içinde yaşadığımız bu günkü ‘toplumsal yapının silikleşmesi’ sonucu, bundan sonra ufukta ışıkları gözükmeye başlayan gelecek ‘Toplumsal Yapıyı’; Yaşam 3.0 Yapay Zekâ Max Regmark’ın ‘Çağında İnsan Olmak’ adlı kitabını okuduktan sonra, nasıl anlamlandıracaklarını inanın endişe, kuşku ve dehşete bekliyorum.

Günümüzde silikleşse de ‘Toplumsal Yapının’ kavrayışına bir anlam yüklemek için, başka bir yapıdan yol alarak yoluma devam etmek istiyorum.

‘İnsan Vücudunun’ kendisine bakmak istiyorum. İnsan vücudu bir arada bulunan yüzlerce, hatta yüzbinlerce parçacığın eş güdümüyle organize olmuş, örgütlenmiş bir bütün olarak hayatını, yani yaşamı sürdürüyor. Bu binlerce yüzbinlerce organın işleyişini, temelde işlevini sürdürmesine yol veren yol açan vücudun temel organları olduğunu da söylemek istiyorum. Bunlardan birkaçını sıralayacak olursak; kalp, ciğerler, beyin, mide, duyu organları ve boşaltım sistemlerini sayabiliriz. İşte bu temel organlar vücut yapısını ‘örgütlenmiş’ bir bütün olarak çatışmasız olarak sessiz sedasız fonksiyonlarını yerine getiriyorlar. Bu organların bazen birbirleri ile araları bozulup çatışmaya girince, bu durum bütünün hayatiyetinin varlığının tehlikeye girdiği görülünce, dışarıdan ve içeriden müdahale edilerek yolculuğuna devam etmesi sağlanıyor. İnsan yapısındaki bu temel organlar ve onlara bağlı vücudun işleyişini sağlayan parçacık organlar zaman içerisinde ‘Silikleşip’ bozuma uğrayınca, çoklu organ yetmezliği sonucu, tekil insan yaşamı sona eriyor.

Elbette ki bu tekil insanların ölümü, bütün insan soyunun sona ermesi anlamına gelmiyor. İnsan embriyonu başka bir ana karnında yeni bir embriyon olarak daha hiçbir organ hayatiyetinin belirtisi görülmeden, gelecekte insanın örgütlü bütünlüğünün organ yapılarını içinde taşıyacak olan ‘Genetik Yapıyı’ bağrında taşıyarak yaşam yolculuğuna, gün yüzüne çıkıncaya kadar olgunlaştırarak, ‘Örgütlenmiş Yapısını’ oluşturarak görünür hale gelip dışarıya çıkarak yolculuğuna devam ediyor.

Gelelim Sosyoloji Toplum Biliminin günümüz dünyasındaki ‘Toplumsal Yapıdaki İşlevinin Silikleşmesini’, temel kurumlarının içine bakarak anlamaya ve adlandırmaya.

Yoksullukla mücadele için kurulmuş olan ‘Dünya Bankası’, küresel istikrarı korumak için kurulmuş olan ‘IMF’ ve uluslararası ticareti yönetmek için kurulan ‘Dünya Ticaret Örgütü’, 20. yüzyılın ilk yarısında yaşanan savaşların ve barışa yönelik tehditlerin tekrarını önlemek ve uluslararası barış ve güvenliği korumak amacıyla kurulmuş olan ‘Birleşmiş Milletler örgütü’, insan haklarının ihlallerine dünya ölçeğinde yapılan müdahalelerin ortadan kaldırılması için kuralarını maddeler halinde içinde barındıran ve kurulan ‘İnsanHakları Mahkemesi’ ile dünya ölçeğinde kurulan bu temel ‘Toplumsal Yapı Kurumları’ Küresel Ülkelerin Baş Aktörlerinin (Siyasi Politik Hükümet Başkan ve Liderlerinin) uyguladıkları politikaları sonucu ‘Silikleşerek’, dünyanın geldiği bu noktada; daha fazla ‘Yoksulluk’, daha fazla ‘Kriz’, daha çok ‘Savaş’, daha çok ‘İnsan Hakları İhlalleri’ ile birlikte işlevleri giderek iyice ‘Silikleşmektedir’.

Oysa ‘Toplumsal Yapı’ kavramını içine biraz daha yakından bakarak somutlaştırdığımızda, içinde barındırdığı, ‘Ekonomi,Siyaset, Aile, Eğitim, hukuk, Din- Kültür’ kurumlarının toplumun yapı taşları içerisinde önemli bir yerlerinin ve işlevlerinin olduğunu görürüz. Her birimiz hangi zaman ve mekân diliminde yaşarsak yaşayalım, bir ‘Toplumun’ yapısı içerisinde yukarıda adını zikrettiğim kurumların varlığı ve farklılığı içinde doğar, büyür ve eş güdüm içinde yaşamımızı bu temel kurumların birbirlerinin işlevlerini bozmamaları ile bir bütün olarak fonksiyonlarını yerine getirdikleri sürece, toplum olarak yaşamımızı sağlıklı olarak sürdürürüz. Bu kurumların işlevlerini yürütüp, fonksiyonlarını yerine getirirken, giderek dünya ölçeğinde ‘Silikleşmesinin’ getirdiği riskler her birimizi yakından ilgilendiriyor. Birlikte yer aldığımız ortak mirasımız ve zenginliğimiz olan dünyamızın içinde yer alan bütünün bir parçaları olarak her birimizin özgür yaşam koşulları içerisinde herkese eşit, adil bir dünyanın yaratılmasını, insanlığımızın ortak mirası olarak görüp, gözetip, asla dünya ‘Toplumsal Yapısının Silikleşmesine’ meydan vermeden sahip çıkmalıyız diye düşünüyorum.

Sonuç olarak varlığımızın bu bütünlüğe sahip çıkmaktan geçtiğini, dünyadaki politika uygulayıcılarının giderek ‘Silikleştiği’ ve dünyayı yeniden şekillendirip paylaştıkları bir zaman diliminden geçtiğimizi ve yaşadığımızı, herhangi bir çılgın ve silikleşmiş yapılar içerisinde, ‘İkinci Dünya Savaşı’ içinde Japonya’ya atılan iki ‘Atom Bombası’ sonucu, yüzbinlerce insanın ölümü ve bir o kadarının sakat kalmasını getirdiği gibi, bu bombaların atılan yerleşim yerlerinde yıllarca yaşamı yaşanmaz haline getirdiğini unutmayalım. Bu günkü ‘Savaş Makinalarının’ tahribat boyutunun Japonya’ya atılanların onlarca, yüzlerce büyüklükte olduğunu düşününce, dünya vatandaşı olarak birliğimizin ne kadar önemli olduğunu, dünyanın iklim değişikliği mücadelesi dahil olmak üzere savaşsız, sömürüsüz adil ortaklaştığımız bir dünyanın oluşmasının ne kadar önemli olduğunu görmeliyiz diye düşünüyorum.