Türkiye değerlerinden kopuk bir akılla çöküyordu, belki çok hızlı bir çöküş yaşanacaktı. Bu çöküşe mani olacak bir akıl geliştirilmeliydi. Bu aklı; tarihi bilincin, bu topraklara ruh veren bilincin yeniden canlandırılması olarak izah edebiliriz. İşte bu nedenle, söylemler değişti. Tarihi bilinci canlandıran diziler başladı. Ve bu dizilerde sadece aksiyon değil, felsefe, inanç, akıl, tefekkür, inşa yer aldı.
Doğrusu uzun zamandır, ülke insanı kendisini ne ile nasıl tanımlayacağına dair zorluklar yaşıyordu. Bir bilinç atılımı, aslında bu kendini tanımlama sorununu aşmak için de kapılar açtı. Ayrıca devletin dini kendi haline bıraktığı, kimi zaman “irtica kalıbında” yoğurduğu din konusunun ne kadar önemli olduğu müşahede edildi.
Batıyla, tek boyutlu, bir hayranlık iletişimi vardı. Bu önemli bir hastalıktı. Şimdi, kendini bularak batıyla iletişime geçiş öne çıktı. Topluma bir özgüven geldi.
Ekonomik alanda, teknolojide, ileri teknolojide alınan mesafeler var. İş hacmi, insanlığa ekonomik katkı gözle görülür nispette artış gösterdi. Başka ülkelerin, gösteremediği insanlık duyarlılığı gıpta edilecek oranda.
Kendi içinde ayrımcılık problemini daha cesurca ele alıyor.
“Tarihi mirasımı, haddini bilmezlere yağmalatmam” derken kendinden daha emin hareket ediyor.
Batı ile ilişkileri hep eleştirildi ancak bu ilişkilerde artık boynu bükük değil ve hayatın akışı bu yönde; göç batıya doğru, şehirler batıya doğru gelişiyor. Aslında bu, batının öteden beri taşıdığı bir zenginlik; doğu, bazen isteyerek, bazen istemeyerek, zenginliğini batıyla paylaşıyor. Yapılacak şey bilinçli adımların sürdürülmesi.
Batı doğuyu hem istiyor hem çekiniyor zira doğunun, var olan sıcaklığında, kendisini eritmesinden korkuyor. Doğunun, insan merkezli hayat anlayışının, kendi insansız gelişmesini yutmasından çekiniyor. Mülteci sorunu da bu yüzden kendisini ürkütüyor. Müslüman duyarlılığın, gelişen batı bilimselliğini içselleştirip, batıya “sen artık bu işi götüremiyorsun, bırak bana” demesinden ödü patlıyor.
Düne kadar batının sömürgeciliğine hizmet eden, spor, sanat, sinema, teknoloji gibi alanların, küresel akıl çerçevesinde, doğunun da hizmetine girmiş olması batıyı endişelendiriyor. Bu ve daha başka nedenlerden dolayı, doğunun umut taşıyıcı ülkesi olan Türkiye’ye direniyor. Türkiye’ye “bana yardım et” diye el uzattığında istekli, Türkiye batıya “bana karşı davranışlarında ayrımcılıktan vazgeç” dediğinde, tedirgin adımlar atıyor.
Gerçek şu; batının doğuya, doğunun batıya ihtiyacı var. Hep böyle olacak. Kaldı ki, batı doğunun uzantısı yani doğudan farklı bir cinsin devamı değil ve hepsi insanlık âleminin bir parçası. Türkiye de bu uzantının bağlantı istasyonu. Eğer batı Türkiye’ye sırt dönerse sırtsız kalır ve eğer Türkiye’yi sırtından bıçaklarsa, harakiri yapmış olur.
Kürt meselesinde, ülkeyi yönetenler, bugüne kadar sergiledikleri yabancılaşmayla nasıl bir çıkmaz oluşturmuşlarsa, bugün Kürt sorununda “ben tarafım” diyerek, bölge insanını, tarihilerinden ve inançlarından koparmak isteyenler aynı çıkmazın başka bir versiyonunu dayatıyorlar. Ne Kürtlerin ne de Türklerin aynı yabancılaşmaya bir kez daha tahammül edeceklerini kimse beklemesin. Kürtler, yabancılaşmayı model olarak kendi önlerine koyan, doğunun köklerinden kopuk çocuklarına asla “evet” demeyecek ve bu oyunu, bir kez daha oynamak isteyen taraflar kendi iplerini çekmiş olacaklar.
Evet, Türkiye bir kez daha çetin günlerden geçiyor.
Zor aşılmaz değil.
Batı dünkü kadar rahat değil.
Doğu kendi ayaklarına sıktığının farkında…
Yeni sınırlar dayatanlar, uzun soluklu teorik yürüyüşlerinin, dünkü kadar rahat devam edemeyeceğinin tedirginliğini yaşıyorlar.
Türkiye varlığını hissettiriyor ancak batıyı tedirgin etmemek için de ihtiyatlı davranıyor zira amaç galebe çalmak değil doğu ve batı buluşmasını sancısız gerçekleştirmek.