Yeşilyurt Belediye Başkanlığımızın 21 Eylül 2016 Çarşamba günü düzenleyeceği, "Yeşilyurt Kent Kimliği Çalıştayına" katılma çağrısı aldığımda, kentim adına hem sevindim, hem heyecanlandım. İçinde yeşerdiğim, bunca yıl omzuna ve yüzüne basarak dolaştığım toprağımdan, bugüne kadar beni üzecek, kıracak herhangi ne bir olumsuz yüz, ne bir asık surat gördüm. Kucak dolusu meyve çiçeklerinin kokusunu, rengini, yüzüme gözüme bulaştırdı. Ağzımı tatlandırıp, kanlarıma genlerime can suyu verdi. Böylece büyüttü beni. Şimdi besleme sırası bana gelmiş.

Yeşilyurt Belediyemiz bana bir fırsat sunmuştu. Bu fırsat başım gözüm üstüne deyip, bu çağrıya birkaç satırla cevap veren yazıları çantama koyup, toplantının olacağı salonun yoluna koyuldum.

Saat 10.30 da Yeşilyurt Belediye Başkanımız Hacı Uğur Polat'ın açılış konuşmasından sonra, sırası ile protokol konuşmaları yapıldı. Kentimizin bütününe ve Yeşilyurt'umuza ilişkin önemli mesajlar çıktı buradan. Konuşmacılar bütünüyle, Yeşilyurt'umuzun 'Kent Kimliğinin' hayata geçirilmesi konusunda ortaklaşacaklarını 'ortak akıllarını' ortaya koyacaklarının altını çizdiler. Rektörümüz Ahmet Kızılay hocamızın;

"Bu şehrin bir hemşerisi, bir evladı olarak, 25 yıldır hekim olarak, binlerce hemşerilerimizin sağlığına kavuşmasına hizmet ettim, emek verdim. Kentimizin sorunlarının çözümü noktasında, Üniversitemiz her zaman hemşerilerimizin yanında olacak, şehir üniversite ortaklığı bütün gücüyle benim zamanında hayat bulacak, şehrimizin sorunlarının çözümünde elini taşın altına koyacaktır" sözleri, beni hem heyecanlandırdı, hem sevindirdi. Ayrıca protokol konuşmalarından sonra hazırunla yaptığımız ayaküstü bir diyalog, şehrim adına beni o kadar mutlu etti ki, o ayrıntıdan söz edip, tarihe bir not düşmeden geçemeyeceğim.

Protokol konuşmalarından sonra hazırunun ayağa kalkıp gideceği sırada, Valimiz Sayın Mustafa TopraK'a ve hazıruna dönerek; Sayın Valim, biraz sonra Yeşilyurt Kent Kimliği Çalıştayı'ndaki oturuma sunmak üzere bir yazı kaleme aldım. Bu yazımda sözünü ettiğim bir konuyu yeniden burada gündeme getirip, bir iki cümle içerisinde söz etmek istiyorum diyerek söze başladım; Malatya'mızın temel sorunu olan iki ana başlığı var. Bu sorunlar çözülmeden, Malatya'mızın bütünüyle ne kent kimliği sorununu, ne de 34-40 yıl sonraki hedeflerine ulaşarak sürdürebilir bir kalkınmamızı sağlayabiliriz diye düşünüyorum. Bu sorunu yılarca valilerimize, üniversitemize ve ilgili kurum kuruluşlarımızın sayın yöneticilerine yazılı olarak ve sözlü olarak söyledim. Bunlardan birincisi; Malatya'mızın Sosyo- Ekonomik Göstergelerinin her birinin, ayrı ayrı sahada yapılması ki, bunun öncülüğünü de İnönü Üniversitemizce yapılmalıdır diye ayrıca düşünüyorum. Sahada elde edilen bu verilerin şehrimizin anayasası olarak tabir ettiğim, şehrimizin topraklarını, arazilerini düzenleyecek Çevre düzeni Planları olmadan, ne hemşeriliğimizi içine alan kent kimliğimizi, ne de kentimizi geleceğe hazırlarız. Bugüne kadar olduğu kadar bundan sonra el yordamıyla sorunlarımızı gündelik olarak çözmeye çalışırız diye düşünüyorum anlamında sözler söyledim. Başta Valimiz olmak üzere, İnönü Üniversitemiz Rektörü bu konuda çalışmaya yapacaklarına ilişkin söz verdiler. Valimiz tekrar bana dönerek; 'Kalkınma Ajansımız bu konuda bir çalışma yapıyorlar' dedi. Tarihe tanıktı etsin ve kamuoyumuzun hafızalarına yer etsin diye bu notu buraya düştüm. Verilen sözler nasıl tutuluyormuş, yaşayıp, göreceğiz.

Bunca sözden sonra Yeşilyurt Kent Kimliği Çalıştayı için hazırladığım yazılarımı Malatya Söz Gazetesinde yayınlanması için 'Yazı işleri müdürlüğüne' Sekiz başlık altında teslim ettim. Siz değerli okuyucularımı, hemşerilerimi, yazılarımla baş başa bırakıyorum.

Yeşilyurt Kent Kimliği Çalıştayı (1) - Öncelikle; "Yeşilyurt Kent Kimliği Çalıştay'ı" düzenleme düşüncesini ortaya atanları, sonra bunu hazırlayanları, bütünüyle katkı sunanların ellerine sağlık diyorum. Ve bu çalıştay'a yol veren Yeşilyurt Belediye Başkanımız Hacı Uğur Polat Başkanımızı selamlıyor, katılımcılara saygılarımı, muhabbetlerimi sunuyorum.

Yeşilyurt Çalıştayına ait söyleyeceklerimi genel hatları ile daha iyi anlatabilmek için, kısaca kendimden biraz söz etmek istiyorum. Öyle uzun boylu hayatımı anlatacak değilim, korkmayın.

Doğduğum ev İsmetiye Mahallesinde. Öyle ya burası neresi, nereye oturuyor? Evimizin doğusunda Yeni (Teze Cami) Cami'ye yaklaşık800 metreuzaklıkta. Batısında Niyâz-i Mısri Caminin kendisi yıkılmış, minaresi duruyor. O minareye yine yaklaşık750 metreuzaklıkta. Bugünkü konumuyla söyleyecek olursam, Niyâz-i Mısri Cadesinin, İsmetiye Mahallesinin kesiştiği yerde bulunan Asilzade Otelnin yerine, rahmetli babam İbrahim Demirkök, 1937 yılında iki katlı bir ev yapamaya başlıyor. 1938 yılının baharında evi bitirip taşınırken anam bana hamile. 24 Haziran 1938 yılında bu evde bütün yeni doğan bebeklerin yaptığı gibi ağlayarak dünyaya geliyorum. Babamın Malatya Merkez mahallerinde 1850 yılından beri oturdukları söylenirdi. Ben doğmadan önceki 15 yıllarını, 1918-1938 Aralığında Dörtyol'daki Emirler sokağında oturduklarını rahmetli anam anlatırdı.

Rahmetli anam 1900'li yılların başında Malatya şehir merkezinin bir mahallesi olan ve o günkü adıyla bağ köy olarak adlandırılan ve Aşağı Banazı denilen, bugün ise Yeşilyurt İlçemizin bir Mahallesi olan ve mahalleye ismini veren Dedem Ali Çilesizin kızı Zeynep Çilesiz olarak, bugün halen ayakta durmaya çalışan iki katlı evde dünyaya geliyor. Kimilerine göre yeni, gıcır gıcır -10 katlı bina yapılması için mütahitlerin, dört gözle beklediği, Çilesiz Mahallesinin en eski camisinin karşısındaki bu iki katlı evde doğuyor, büyüyor ve 17 yaşına gelince, Malatya merkez mahallelerinden Dörtyol kavşağındaki Emirler sokağına gelin gidiyor. Yine o günlerde, Yeni Cami'nin 1.5Km2. Çevresini kapsayan alana; Bağ köy olarak adlandırılan yerleşim yerlerinde oturanlar, bu mahallelere tek kelime ile 'Asbuzu' diyorlar.

Bu kısa yaşam öykümü sizlere şunun için dillendirdim. 78 yaşımı yarıladım. Havasını soluduğumuz, kana kana buz gibi suyunu içtiğimiz, toprağına birlikte basıp, kaldırımlarında omuz omuza yürüdüğümüz güzelim Malatya'ma sevdalıyım. Ve ben sizlere samimi bir itirafta bulunayım, ben bu 'Aspuzuya,' ben bu 'Bağ köylerini içine alan Yeşilyurt'uma,' ben bu şehre, Malatya'ma aşığım. Kim âşık olmaz ki bu şehre. Hele 1938 yılından başlayarak arabaların olmadığı bir zaman diliminde, ananızın kucağında, Asbuzu'dan, İsmetiye Mahallesinden baba evinizden, ananızın baba evi,' Aşağı Banazı'ya 'Çilesize' Hasanbey Caddesi Boyunca Derme deresi kenarında, derenin yanında söğüt ve meyva ağaçlarının kollarını derme deresine uzatarak, suyu kaynağından aldığını yan gözle izliyor, bir yandan da bu dalların, suyla öpüşmesinin çıkardığı müzik sesiyle uyuyarak, ana kucağının sıcaklığında Çilesiz'e varıyorum. Bu gün Çilesizin eski camisinin karşısında, hala tarihe ve yıkılmamaya direnen dede evinin ikinci katındaki balkonunda, gözlerimi açtığımda, yüzlerce meyvenin yeşili, çiçeği, kokusu ile her mevsimde, ayrı bir güzellikle yüz yüze gelerek, taze ciğerim bu havayı usul usul içime indiriyorum. Bu kente niye âşıksınız diye soranlar için anlatıyorum bütün bu olan biteni. Bu yaşamın bağrında yetişen, büyüyen bir insanın bundan başka şansı olabilir mi demekten de kendimi alamıyorum.

Öykümün içindeki bu parçacıklar, daha sonra içinde yaşadıklarım, öğrendiklerim, şehrimin anılarını belleğime yerleştirdi. İnsan anıları ile yaşadıkları ile vardır. Bu anıları sizi bir yerler ait kılıyor. Ben Malatya'ya aittim. Bir insan ne kadar bir yere ait ve o yere kendini ait hissediyor, ne kadar anıları belleğinde taşıyorsa, o yeri sahiplenir. Sahiplendiği yere ait söylem geliştirir. Karşısındaki kim olursa olsun bunu ona hissettirir. Anılarının bozulmamasını ister. Buna ilişkin düşünce üretmeye, bunların hayata geçmesini kent yöneticilerinden ister. İstemelidir de. Anılarının içinde yer aldığı yerlerin, geleceğinin güzelleşmesi başlıca istemlerinden biri olmalıdır diye düşünüyorum. Ben de elimden geldiğince bunları yapmaya çalışıyorum.

Şunun bilincindeyim. Şehirlerin, şehrimin insanlar gibi, yaşayan bir canları olduğunu biliyorum. Bu kentin bir hafızası, bir kimliği, o kimliğin içinde bir tarihi, o tarihin içinde birikmiş yaşanmışlığı ve anıları olduğunu biliyorum.

Günümüzün en berbat, berbatın, berbatı hastalığının ayzamer (Alzheimer) olduğunu söylüyorum. Yalnız ben değil, bu hastalığa yakalanmış yakınları olan herkes hüzünle, bu sevdikleri ile adım adım nasıl birbirlerinden uzaklaştıklarını, birbirlerini tanıyamadıklarını, öyle bir an geliyor ki; ananız, babanızı, kardeşiniz, eşiniz en sevdiğiniz varlıklar, yanlarında; yanında olduğunuz zaman dahi, sizin varlığınızdan habersiz, kendi varlığından habersiz yaşayıp, günden güne eriyerek, bu dünyadan göçüp, büyük bir hüzünle aranızdan, elinizden kopup gittiğini üzülerek, elinizden bir şey gelmediğini üzülerek görüyorsunuz. Allahtan tek dileğiniz, tek duanız, yakınlarınızın bir an önce bu acılarının, bu yalnızlıklarının sona ermesi, değil mi?

Ya şehirler; Onlara da tıpkı biz insanlar gibi yaşamları içinde yoğrulmuyorlar mı? İyi bakılmazsa, zamanında farkına varılıp gerekli önlemler alınmazsa, zaman zaman gerekli tedavileri yapılmazsa ayzamer hastalığına yakalanıp, yavaş yavaş elinizden kaydığını, sizinle konuşamadığını, anılarınızı paylaşamadığını, hüzün ve yüreğinizin burkulması ile izliyorsunuz. Yazılarımın ileri bölümlerinde kentimde yaşadığım bu yürek burkan acısını, hüzünlü kopuş anlarımın canlı örneklerinin bir bölümünü sizlerle buluşturmaya çalışacağım.

Bakalım aşığı olduğum bu kente tarih içinden uğrayan seyyahlar, gezginler, bilim insanları neler demişler, nasıl görmüşler, gördüklerini nasıl nakletmişler. Kentiniz için söylenenleri okumadan, anlatılanların peşinden koşmadan, bunları öğrenmeye çalışmadan, kentinizi anlamadığınız gibi, ona yabancılaşırsınız. Öyleyse yüzyıllar öncesi kentimizi nasıl görmüşler, o gün gördüklerini nasıl nakletmişler. Kâtip Çelebi'nin (XVII. yy) da Malatya'yı nasıl gördüğüne bir göz atalım:

"Malatya Ovası dağlarla çevrilidir. Bu dağlarda kendiliğinden yetişen birçok meyve ve ceviz ağacı vardır. Kernek Irmağı, kaynağını aldığı dağdan Malatya'nın içine dek bağ ve bahçeler arasından geçerek gelir. Kernek boyunca bu bağ ve bahçelikler arasında sıralanmış 15 köy görürsünüz. Aspozan Bağları da bu ırmağın kenarındadır. Bu Irmakla birleşen ikinci bir ırmak daha var; ikisi Malatya'yı5 milkadar geçtikten sonra Fırat'a ulaşırlar. Tohma Çayı adıyla bilinen üçüncü ırmak, Malatya'ya yaklaşırken 40 gözlü büyük bir köprünün altından geçer." Katip Çelebi Malatya'mızı böyle anlatıyor.

İşte bu 15 köyün yüzde doksanı bugün itibariyle Yeşilyurt Belediyemiz sınırları içerisinde kalmaktadır. Evliya Çelebinin bahsettiği ırmak ise Dermesih- Deresidir. Bu günkü adıyla Derme Kanalı denilen dere ile Elbette Dermesih Deresini birbirine karıştırmamak gerekir. Kısaca Dermesih-Deresi; İçme suyumuzun kaynağının çıktığı noktaya özellikle dikkatinizi çekmek isterim. Ayrıca Tohma Çayına dökülen Horata Çayı'nı ve Beyler Deresi'ne dökülen İnek Pınarından da söz etmek gerekir.

‘Yeşilyurt Kent Kimliği Çalıştayı’ yazılarıma devam edeceğim. Bu konu hakkında köşe yazımın 2’nci sayısına Pazartesi gününden itibaren devam edeceğim.