Bir mekân olarak tarif edeceğimiz Yeşilyurt'umuzun coğrafyasına- topografik yapısına kısaca bir göz atalım.

Kentin coğrafi konumu, topografik yapısı, yani iklimi, yamaçları ya da ovaları bir kimlik oluşturur. Bu konuda Yeşilyurt Belediye Başkanlığı'nın hazırlamış olduğu 2015-2019 Stratejik Plânında gerekli açıklama yapılmış olduğu için bu konuya ayrıca girmek istemiyorum. Ancak; genel olarak Malatya, özel olarak da Yeşilyurt'un su ile ilişkisi göz ardı edildiğinde, Malatya ve Yeşilyurt kimliğini belirgin bir şekilde ortaya koyamayız. Tarihten gelen seyyahların, gezginlerin, bilim adamlarının Yeşilyurt Belediyesinin oturduğu alanın yeşilliğinin suyla yakın bir ilişkisinin olduğunu önemle vurguladıklarını görüyorum. Bu bakımdan Yeşilyurt'un 'su ile ilişkisi' göz ardı edildiğinde, kenti tanımlayan su ile ilişkisini gözden kaçırdığımız gibi, geleceğin Yeşilyurt gerçeğini yeniden tarif edemeyiz diye de düşünüyorum.

Kısaca Derme Dersi, İnek Pınarı, Tohma Deresi, Horata Çayı, Ayrıca Bağ Köyü olarak Tarif edilen Gündüzbeyden başlayarak Kılayık, Barguzu, Tecde, Konak, yerleşim yerlerinden fışkıran onlarca pınarların hadi hesabı yoktur.Horata Çayı'nın güzergâhı üzerinden, 'Horata Vadisinin' geleceği üzerine o kadar yazı yazdım ki, bunlardan ayrıca söz ederek zamanınızı da almak istemiyorum. Bu sularımızın geçmişten bugüne kadar öyle yaşanmış gerçeklerimizin, genel olarak Malatya'mızın, özel olarak da Yeşilyurt Belediyemizin kapsadığı alan üzerinden birer birer yok olması, kentimizin nasıl bir 'ayzamer' hastalığına yakalanmış olmasının, böylece 'tarihi hafızamızın' yok olmasının bir göstergesi değil mi? Bunlardan yalnızca ikisinin altını özellikle çizmek istiyorum. Derme Dersinin üzerine kurulu, ilk olarak 1929 yılında Malatya'mızın ilk elektriğini sağlayan özel elektrik santralından söz etmek istiyorum. Bu yer 1940'lı yıllarda Derme Deresinin güzergâhının Beydağı eteklerinden geçerek, Malatya Kuzey Bölgesinin sulamasını sağlamak için yapımı gerçekleştirilen 'Derme Kanalı' ile bu santralın işlevini ortadan kaldırmıştır. Bu göl yeri uzun zaman Malatya Belediyesinin 'fidanlığı' olarak kullanılmış, daha sonra özel şahıslara satılarak hafızamızdan silinmiştir. İkincisi Malatya meyve çeşitliliğinin sürdürülmesi için 1936 yılında Tecde sınırları içerisinde ve Yeşilyurt yolu üzerinde kurulan 'Meyvecilik Araştırma İstasyonu.' Uzun yıllar Malatya kaysı ve meyveciliğinin gelişmesine ve 'özellikle kaysının ve . diğer meyve çeşitlerinin gen' çalışmasına ev sahipliği yapmış bu yer, bugün kırpıla kırpıla her gün yok olamaya doğru diğer ilerlemektedir. Hiç olmazsa bu yerin, 'Horata Vadisi' kapsamı içerisinde kalmasına, Büyükşehir Belediyemizle birlikte, Yeşilyurt Belediyemizin ve değerli Belediye Başkanımız Hacı Uğur Polat'ın, bir hafızamızın daha yok olmaması için sahip çıkmasını bekliyorum.

Yeşilyurt'umuzun 'Tarihle İlişkisine' gelince: Bir kentin geçmiş tarihi, o kentin fiziksel görüntüsü yanında hafızasında derin izler bırakır. Bu nitelik yanında o yörede hangi kültürlerin yaşadığı, o kültürlerin alışkanlıkları ve fiziksel çevrenin o kültür etkisiyle oluşmuş niteliğinin etkisi yanı sıra, tarihi yapıların, renk doku, malzeme ve tarz etkileri o kente ayrı bir kimlik kazandırır.

Malatya bugün Karakaya Baraj Gölü içerisinde kalan, MÖ. Cafer Höyük'le başlayan, İmamoğlu Demirtepe Höyüğü, oradan M.Ö. 4 bin ile 3 binli yıllara tarihlenen Orduzu Aslantepe, ilk 'devlet' oluşumu ile Miladi yılının başlangıcında Batalgaziye, oradan 1836 yılı ile şimdiki Merkez Malatya'ya yerleşmiştir. Malatya'mızın geçmiş tarihini öğrenmek için höyükler üzerinde bir hayli çalışma yapılmış ve yapılmaya devam edilmektedir.

Özel olarak Yeşilyurt tarihinin, insanın yaşanmışlığının derin izlerini sökecek ne yazık ki bilimsel araştırmalar elimizde yoktur. Ancak buna el yordamıyla dokunmaya, ya da efsaneler dayandırmaktayız. Derme dersinin Hazreti İsa ile ilişkisini, ya da Horata Çayı'nın oluşumuna ilişkin Horata Baba hikâyesini dinlemişsinizdir. Bunları anlatarak zamanınızı almak istemiyorum.

Benim içinde yaşadığım birkaç örnekle bu konuya değinip geçmek istiyorum. Tecde de 1700'li yıllarda yapılmış camiyi gördüm. Son zamanlarda yıkıldı. 1940'ların başında yine Çilesiz'deki akrabalarımın Tecede hamamına gittiklerinden söz edilirdi. O da yok oldu. 1940'lı yıllarının sonlarına doğru Asbuzu'ya Çarışı Hamamına anneannemin ve yakın akrabalarımızın akşam Çilesiz'e dönmek için araç olmadığından bizde yatılı kaldıklarından biliyorum. Bizim 1940'larda Kuyu Önü dediğimiz, şimdinin Aşağı Bağlar Mahallesinde 1800 yıllara ait bir caminin yıkıldığını ama minaresinin halen ayakta olduğunu biliyorum. Ben kerpiç yapıyla büyüdüm. İki katlı evimizin yapısına kerpiç ve tahta hâkimdi. Genişçe bir avlusu vardı. Avlumuzda hayatımız yaşanırdı. Onun için bizde eskiden evin avlusuna 'hayat' da denirdi. Avlumuzun içinde bir eyvanımız vardı. Biri kaysı olmak üzere iki ağacımız, birde mevsiminde teveği ve üzümünden yararlandığımız ve ikinci katın balkonuna tırmanan arişimiz (asmamız) vardı. Aynı zamanda avlumuzun bir yanında 'tandır örtmemiz' vardı. Yanında ocağıyla birlikte. Tandırında 'tandır ekmeğimiz' pişer, ocağında gazikle su kaynatılır, içine yanmış odun külü konarak, çamaşırlarımız kaynatılırdı ve orada yıkanırdı. Çocukluğumuzda yazın teştin içinde bizi de çimdirdikleri olurdu. Evimiz ne komşularımızın güneşine, ne de rüzgârına engel olurdu. Aynı zamanda komşularımızın evleri de bizim güneşimizi ve havamızı kesmezdi. Sonra havamızı boğan, güneşimizi kesen ve bizi bizden ayıran betona aşık olduk. Kerpiç evlerimizi yıkıp aşığı olduğumuz komşumuzu unutup, betona koştuk. Modernleştik, medenileştik. Güya şehirli olduk. Oysa modernleşeli, medenileşeli, mahallemizin, sokağımızın komşuluğunu unuttuk.

Sizleri 15 Ekim 2003 yılında, yani bundan 13 yıl önce Malatya Güneş Gazetesinde yazdığım bir köşe yazımın bir paragrafı ile buluşturmak istiyorum:

" Tecde Mahallemizi biliyor musunuz desem, belki binlerimiz evet diyecektir. Tecde Mahallesi Yeşilyurt yolu kenarındaki Malatya Belediyesi'ne ait Park ve Bahçeler Müdürlüğü'nün olduğu yerin göl olduğunu bilenler var mı desem; bu sayı daha önce cevap verenlerin çok çok altında bir sayıya düşecektir. Bu gölün 1929 yılında Türkiye'nin ilk özel hidroelektrik bir santrale kaynaklık ettiğini bilen kaç kişi çıkacaktır?

Şimdi bu Park ve Bahçeler Müdürlüğü'nün Kuzey Batısındaki bir ev, gölün uç noktasında oluyor. Bu evin içinde yaklaşık2 metreçapında4 metreyüksekliğinde su düşüş kuyusu bulunuyor. Kuyuya50 metremesafede Yusuf Kenan Kolukısa Lisesi bulunuyor. Bu lisenin bulunduğu yer; 1929 yılında hidroelektrik santralının üretildiği yer. Bu su düşüş kuyusu halen bu evin içinde duruyor. Şimdi gidip görmeniz mümkün. Belediyemiz buranın nüfus kaydını çıkarıp hazırlayarak, birini Park ve Bahçeler Müdürlüğü'nün kapısına, birini de bu evin içindeki kuyuya, birini de lisenin görünen bir yerine asarak, kuyuyu ve evi koruma altına alıp, hemşerilerimizin ve özellikle Milli Eğitim Müdürlüğümüzle işbirliği halinde, çocuklarımızın buralarla ve dolayısıyla kentimizin geçmişiyle kucaklaşmasını sağlayarak; daha küçük yaşlarda, çevre ve tarih bilinciyle buluştursak güzel olmaz mı? Yoksa 'kentli yurttaş, ayda yıldız da mı oluşacak?'

Diye sorgulayarak yazmış; bunları 13 yıl önce tarihe tanıklık etsin diye de not düşmüşüm. İşte bu satırlar, bu gün tarihin bir zaman dilimine tanıklık ediyor. Birkaç gün önce 'su düşüş havuzu' yerinde mi diye gitmeyi düşündüm. Sonra yerinde bulmam da düş kırıklığına uğrarım diye vazgeçtim. Bunlar hafızadan yavaş yavaş silinince, böylece kentlerin 'ayzamer' hastalığı da başlamış oluyor.

Yarın 'Yeşilyurt Kent Kimliği Çalıştayı' yazılarıma devam edeceğim.