Yazılarımda sürekli olarak vurguladığım bir şey var. Eğer bizler tarihi süreç içerisinde yaşanmışlığımız içerisindeki ‘olay ve olguları’ anlamak ve bu olay ve olgular üzerinden bugünkü yaşanmışlığımıza çözüm üretmek istiyorsak; öncelikle ‘disiplinler’ arası ilişkiler arasın da yer alan, ‘felsefe:’ aklın sorgulanması, ‘mantık:’ akıl yürütme, ‘sosyoloji:’ toplumların ilerleyişi, ‘coğrafya:’ mekânla ilişki ve ‘tarih’ dediğimiz geçmişten günümüze yaşanmışlığımızı bize anlatan, bu disiplinler arası ilişkiler ağını yerleştiremezsek, olay ve olgulara gerçekliği içerisinde bakamayız.

15 Temmuz Kalkışması Neyin, nesi-imiş yazılarımda en önemli tespitim; bu kalkışmanın niçin, neden yapıldığına cevap aramak oldu. Aradığım cevap bugün için kesin belgelere dayalı bilgiler kanıtlar ışığında olmayabilir. Ancak; yüz yıl önce batı ‘emperyal’ güçlerin, ‘Ortadoğu’da’ harita değişikliğine ve bu alanda yeniden oluşturdukları ‘devletlerin’ oluşumuna tarihi bilgiler ve belgeler ışığında şahit olduk ve içinde yaşadık.

Yüz yıl önce Osmanlı İmparatorluğu devletinin, yani bizim devletimizin parçalanarak, sahibi olduğumuz topraklar üzerinde, bizi hesaba katmadan, haritalarını ve yeni kurdukları devletçikleri bize zorla ve hile ile nasıl kabul ettirdilerse, bugün yeniden düzenledikleri Büyük Ortadoğu ‘BOP,‘ Projesi kapsamında, bizleri bu projelerine yüz yıl önce olduğu gibi dahil etmeden, uygulamaya koymak istiyorlar.

Biz itiraz edip; bu topraklarda yaşayanlarla bin yıllık ortak bir tarihimiz, kadim birliğimiz ve akrabalığımız var deyip, bizsiz bu toprakları yeniden şekillendiremeseniz dedikçe; kurdukları, kurdurdukları ve kurulan bütün terör örgütlerini kullanarak, birliğimiz dirliğimizi ve Ortadoğu’daki devletleri ve devletimizi çökertmek için, çoluk çocuk demeden, hem ülkemizi; hem de Ortadoğu’yu her gün dünyanın gözü önünde kan gölüne çeviriyorlar. Onlarca, yüzlerce, binlerce, yüz binlerce, insanları katlederek, milyonlarca insanları yerinden yurdundan ederek, nasıl da zenginliklerine zenginlik katmak için, bugün için enerji yataklarına, yollarına, güzergâhlarına el koymak istiyorlar.

Bu olan biteni anlamak için bizim mekândan bu coğrafyadan, kısa ve özetin özeti olarak, geçen yazılarımda her ne kadar ‘devlet’ dediğimiz yapıyı anlatmaya çalıştıysam da, ilk şehir devlet oluşumuna tanıklık eden Malatya’mdan, İslam’a ilk hizmet eden ‘Medine Şehir Devletinden’ söz etmeye çalışacağım. Yanlışım olursa hem tarihçilerimizden, hem de İslam Âlimlerinden peşinen özür dileyerek, yanlışımı düzeltirlerse mutlu olacağımı ve kendimi yenileyeceğimi belirtmek istiyorum.

Malatya’mızın bugünkü yerleşkesine nereden nasıl geldik? Kısaca özetin özeti olarak bakıyorum.

Şehrimin tarihçilerinden Tarihçi Yazar Orhan Tuğrulca ‘’Malatya Tarihi Okulu’ 2013 yazılarından bir alıntı.

‘’Kentler güçlerini kimliklerinden, kimliklerini ise tarihlerinden alırlar.’’ Diyor. Aynen alıyor ve katılıyorum. Yalnız başına kentler yerine, ‘Şehirler’ demenin daha uygun düşeceğini söylemek istiyorum.

Orhan Tuğrulca hocamızın o yazısından devam etmek istiyorum.

‘’Cafer Höyük: (MÖ: 7.000 yılları. (Radyoaktif yaş: (8.450-7.180’’ Bu yerleşke Neolitik döneme tekabül etmektedir. Köyden kente geçişin ilk aşamasını temsil etmektedir. Malatya’nın Kuzey Doğusunda, Fırat Nehri kenarında. Cafer Köyü’nün yanında. 1986 yılında Karakaya Barajı’nın suları altında kaldı. 4.200 M2 alan üzerinden bir hesaplama yapıldığında yaklaşık 900 nüfus yaşamaktadır. Cafer Höyükte sur, kale ya da hisar diyebileceğimiz her hangi bir savunma unsuruna rastlanmamıştır. Bunun yerine evler bitişik nizam, birbirlerine bağlanmış geçitler şeklinde olup, evlere girişler zeminden kapı girişi şeklinde değil, damdan, üsten giriş şeklindedir. Yerleşkede tapınak benzeri unsurlara rastlanmamıştır. Sadece birkaç tane kadın ve erkek figürüne rastlanmıştır.’’

Buraya kadar olanı Tarihçi yazar Orhan Tuğrulca hocamızdan öğreniyoruz. Cafer Höyüğe ilişkin daha detaylı bilgiye Orhan hocamızın yazdığı tarih kitaplarına ve diğer kaynaklara bakarak öğrenebilirsiniz.

Kısaca benim yorumuma gelince. Yazıhan ilçemize bağlı yeni adı Buzluk eski adı Ansur mahallesinin içinde mağaralar var. Şehir merkezimizin merkezinde doğusunda, Beydağ’ının eteklerinde İnderesi mevkiinde mağaralar var. İnsanlar burada günlük yaşam ihtiyaçlarını ‘avcılık ve toplayıcılıkla’ sürdürürken, yolları Fırat Nehri kenarındaki suların bol olduğu mümbit arazilere düşüyor. İlk tarmla burada tanışıyorlar. Hayvanları evcilleştirmeyi, tarımdan yiyeceklerini sağlamayı öğreniyorlar. Artı ürünleri yok. Tarlayı sürecek, fazladan ürün üretecek ürünleri olmadığından, yani araç gereçleri gelişmediğinden birbirinin mallarına mülklerine el koyacak ilişkileri de yok. Bu nedenle ‘devlet’ dene aygıt ortaya çıkmamış. Ne dışarıdan saldıracak bir devlet var ortada, ne kendi devletleri var. Bu nedenle ne dışarıya karşı silahlı bir güç beslemeye, ne de savunmaya yarayacak silahlara, surlara, hendeklere hem ihtiyaçları yok, hem de araç gereçleri yok. Erki, egemenliği elinde bulunduracak güç ‘devlet’ olmayınca, onlara devletin dayatacağı ne bir din ne de bir dil oluşmuş.

Lafın, sözün özü, özeti olarak; ortada el konulacak ne ürün, ne mal ve hizmet var. Ortada el konulacak bir hazine olmayınca, hazineyi ele geçirmek olan iktidar savaşları da henüz ortada görünmüyor.

Bu hep böyle mi sürmüş. Tarihin izini sürmeye devam edeceğim. Gelecek yazılarımda.