Aydın tanımı üzerine çok konuşuldu. Ciltlerce tezler, bildiriler sunuldu. Ne ‘aydının’ kendisi, ne de aydınlara bakanlar aydınlanabildi. Yine de işin içinden bir türlü çıkılamadı. Ben de çıkacağım iddiasında değilim. Bir genelleme yapacak olursam, bazı aydınları iki tipte görme eğilimimin ağır bastığını söyleyebilirim.
Odanın içerisinden bakanlar;
Kafası karışık olanlar;
Odanın içerisinden bakanları basit bir anlatımla tanımlarsak; bu tipler genelde bir odanın içerisinde karşılıklı oturur, odanın içerisinde var olan nesneleri kendi duruşlarına göre tarif ederek, birbirlerini iknaya çalışırlar. Diyelim ki odada günün koşullarına uygun radyo, masa, sandalye, duvarda saat, takvim, odayı aydınlatan gaz lambası vesaire var. Oturuşlarına göre, her bir nesneyi algılama, daha sonra kafalarında onlar hakkında var olan bilgilerine göre soyutlamaya çalışarak, kendisinin diğerlerinden diyelim radyo, ya da gaz lambasını daha doğru tanımladığını iddia ederek, karşısındakini iknaya çalışır. Bir diğeri de, diğerlerini kendi duruşuna göre odadaki nesneleri algılayışına ve bakışına göre tanımlamaya ve iknaya çalışır. Aradan aylar yıllar geçer odanın içerisindeki nesnelerin yerlerini değiştirerek tartışmaya kaldıkları yerden devam ederler. Bu kez arkası radyo ve gaz lambasına dönük olan, ona, önden bakarak karşısındakinin yanlış tanımladığını söyleyerek iknaya çalışır. O sırada biri içeri girer. ‘kardeşim siz gelin bir de pencereyi açıp odanın dışında neler var ona bakalım’ der. Hep birden odanın içerisinden kafalarını uzatarak pencereden dışarı bakarlar. Bir de ne görsünler sokak lambaları tüm caddeyi aydınlatıyor. O zaman yıllarca tartıştıkları gaz lambasından başka aydınlatma aracının da olduğunun farkına varırlar. Odaya giren adam, odadakileri sırası ile kentin, ülkenin, dünyanın ve evrenin pencerelerini açarak oradan nesnelere bakmalarının önünü açar. Odanın içindeki radyonun, televizyonun, takvimin, duvar saatinin ve kitapların tanımını veren bilgilere, internetteki bir tuşa tıklamasıyla anında tüm bilgilere ulaşıldığını görürler. Odanın içindeki bazıları bu yeni gelişen değişen dünya karşısında eski alışkanlıklarını sürdürerek, odanın içerisindeki nesneleri yıllar öncesinin bilgi dedikleri eski kalıntılarla kendilerini avutmaya devam ederler. Onlara ne diyelim. Eskici dükkânlarında ve müzelerde her zaman onlara yer vardır ve olacaktır da.
Kafası karışık olanlara gelince;
Her birimiz hayatımızda bir- iki veya daha çok ev taşımışızdır. Bazıları eşyaların taşımadan önce kutularını kullanımlarına ve odaların içerisindeki yerleşimlerine göre yerleştirir ve numaralandırır. Böylece yeni taşınacak evdeki yerlerine kullanımlarına göre hemen yerleştirirler. Taşındıkları yeni evlerinde ilk gün karışıklığına meydan vermeden hem odaların düzenini bozmaz, hem de işlerini kolayca görürler. Kimileri de eşyalarını rast gele kamyonun ya da traktörün üzerine atarlar. Yeni taşındıkları eve de eşyalarını gelişigüzel yerleştirirler. Yatak odasının eşyaları mutfağa, mutfaktakiler banyoya, banyodakiler de salona atarlar. O gece ne yatılacak yer, ne yemek yapılacak kap kacak, ne de tuvaletin yolunu bulurlar. Çünkü her yer karmakarışıktır.
Odanın içerisinde bakanlarla, Kafası karışık olanlar, insana, yaşama ve doğaya bir yöntem içerisinde bakamadıkları için, insan düşüncesinin kendi dışındaki nesnelerin değişimi ile değiştiğinin farkına varamıyorlar. Başka bir biçimde ifade edecek olursak;
‘Üretim Güçlerindeki’ değişim yaşanmadan, ‘Üretim İlişkilerindeki’ değişimin yaşanmayacağını, bunun da bir süreç işi olduğunu göremiyorlar. Olaylara, olgulara, böyle bakamadıkları için dışarıdan aldıkları ‘bilgi’ diye sandıkları şeyi kafalarına gelişigüzel yerleştiriyorlar. Kafalarına bilgi diye sundukları ‘şeyleri’ de gelişi güzel çıkardıkları için, ‘eklektik’ bir düşünce yapısı ile dünyayı değiştireceklerini zannediyorlar.
Oysa dünyayı düşünceden önce teknolojilerdeki değişimlerin yönlendirdiği ve böylece, bunun üzerine oturan düşüncelerle ancak doğru bir sonuca ulaşılabileceğinin farkını, ne yazık ki algılayamıyorlar.
Küresel bir dünyada yaşadığımızın artık farkına varalım. Dünyadaki ekonomik sistemin çalışması, her bir ülkenin ekonomik sisteminin çalışması anlamına geliyor. Bu da, sermayenin, malların, bilginin, hizmetin, enerjinin ve emeğin dünyadaki dolaşımının, kesintisiz ve sürekli olmasına bağlıdır.
Bu sürekliliği sağlayan gücü de, tek bir cümle içerisinde özetleyecek olursak;
Dünyada demokrasi ve insan haklarının, her bir ülke içerisinde, derinleşerek ve genişleyerek yürümesine ve çalışmasına bağlı olduğu gerçeği, her geçen gün biraz daha kendisini, evrensel ölçekte dayattığını görmüyor muyuz?
Küresel dünyanın her yerinde yanan ateş çemberinin insanı acıtmasının alametlerini hala anlamayacak mıyız?